CUMHURİYETE DOĞRU-1

CUMHURİYETE DOĞRU-1

 

(Bayram geliyor. En büyük bayramımız. Sıkıcı olacak biliyorum, çünkü bildiklerinizi anlatacağım. Ama ısrarla anlatacağım, hatırlatacağım. Çünkü unutulmasını istemiyorum, . Uzun yazıların okunmadığını da biliyorum ama yazılarımla ilgili ilk defa bir şey rica ediyorum. Önemli işlerinizden zaman bulunca, ne olur okuyun, hatırlayın, hatırlamadığını düşündüğünüz dostlarınız paylaşın.)

Gazi dedi ki, ’’Osmanlı hanedan ve saltanatının idamesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük fenalığı istemekti. Çünkü millet her türlü fedakarlığı sarf ederek istiklalini temin etse de, saltanat devam ettiği takdirde bu istiklale müemmen (güvenilir) nazarıyla bakılmazdı…

Hilafet vaziyetine gelince, ilim ve fennin nurlara müstağrak (gark olmuş,) kıldığı hakiki medeniyet aleminde gülünç telakki edilmekten başka bir mevzuu kalmış mı idi?’’

17 Ağustos 1922…Sultan Vahdettin’in ailesiyle birlikte, İngilizlerin merhametine sığınarak, Malaya zırhlısıyla Malta’ya kaçmak üzere yola çıktı. Gazi’nin ağırına gitti, bir padişahın, bir istilacının merhametine sığınması…

Olaylar hızla gelişiyordu. Başbakan Rauf Bey, Gazi’yi Refet (Bele) Paşa’nın Etlik’teki bağ evine akşam yemeğine davet etti. Yemekte müşterek arkadaşları Ali Fuat Cebesoy’un da  (Salacaklı Fuat) bulunması için Gazi’nin onayını aldı.

Gazi, Rauf Bey, Refet Paşa, Fuat Paşa, akşam bir araya geldiler. Rauf Bey lafı uzatmadı,

-‘’Kemal, davetimizi kabul edip geldiğin için teşekkür ederiz.  Seninle baş başa konuşmak istediğimiz bir konu var. Bugün o konuyu da konuşmak istiyoruz.” dedi.

Bozuntuya vermedi, Gazi. Ama olağan dışı bir şeyler konuşulacağını hissetti.

-“Buyurun, konuşalım,” dedi.

Rauf Bey Sıkıntıyla,

-“Kemal, bu Meclis senden korkuyor, o yüzden sana gelemiyor, tüm şikâyetler başbakan olarak bana geliyor,” diye problemi anlattı. Gazi şaşırdı, belli etmemeye çalıştı, sordu,

-’’Neyimden korkuyorlarmış?”  Rauf Bey konuya doğrudan girdi.

“ Senin cumhuriyet kuracağından korkuyorlar. Dedikodular giderek yayılıyor.  Bazen o kadar abartıyorlar ki, eline bir fırsat geçerse,  senin padişahı bile bu ülkeden kovacağını söylüyorlar.” Donup kaldı. Gazi ama yine de soğukkanlılığını korudu.  Rauf Bey ise içini dökmeye başladı.

-“Kemal! Bu vatan tehlikeye düştü, işgale uğradı. En çok sen çaba gösterdin, kurtardın, biz de sana yardım ettik. Şimdi vatan kurtuldu. Bize göre emaneti sahibine iade etmenin zamanı geldi.”

Gazi davetin bir bahane olduğunu anlamıştı.

“Peki Rauf, Sultan Vahdettin için sen ne düşünüyorsun,” diye sordu. Rauf Bey,

-“Kemal, babam padişahın baş mabeyinliğini yaptı. Boğazında padişahın ekmeği var. Şimdi o ekmek benim gırtlağımda. Ben yediğim ekmeğe ihanet etmem kardeşim. Benim rejim sorunum yok. Üstelik, madem sordun, söyleyeyim. Padişah bir İslam halifesi, ben de müslümanım. Dinî terbiyem nedeniyle de padişaha bağlıyım. O makamlar uhrevi makamlar. Senin, benim gibi kişilerin ulaşabileceği makamlar değil. Kaldı ki, bu milletin yüzlerce yıldan bu yana alıştığı yönetim de mutlakıyet yönetimidir, Cumhuriyet değil.”. Rauf Bey, düşündüğünü söylemiş rahatlamıştı.

 

Gazi’nin yüz hatları gerildi.  Refet Paşa’ya döndü;

-“Sen ne düşünüyorsun Refet?” 

-“Aynen Rauf Bey gibi düşünüyorum, Paşam,” deyip kestirip attı, Refet Paşa.

Gazi, Fuat Paşa’ya,

-“ Senin görüşün Fuat,” diye sordu.

 

Fuat Paşa Gazi’nin Harbiye’den sınıf, hatta sıra arkadaşıydı. Hukukları daha derindi. St. Joseph mezunuydu, yani askeri okuldan değil Sivil liseden Harbiye’ye, biraz da geç katılmıştı. Okul Komutanı Mustafa Kemal’i odasına çağırtmış ve iki genci birbirine tanıştırmıştı:

-“Selanikli Mustafa Kemal, Salacaklı Fuat.”

 

Ve Mustafa Kemal’i sınıfın çavuşu Fuat’a emanet etmişti. Fuat’ın Fransızcası çok iyiydi, Mustafa Kemal’e çok yardımı oldu. Aralarında uzun yıllar sürecek bir dostluğun köprüleri atılmıştı. Mustafa Kemal Harbiye yılları boyunca her hafta sonu Fuat’ın Salacak’taki köşküne “evci” çıktı. O nedenle aralarındaki hukuk daha derindi.

-“Paşam,  biliyorsunuz uzun süredir Moskova’dayım, duruma muttali değilim, izin verin birkaç gün düşüneyim,   sonra cevabımı veririm.”

 

YANİ O BİLE

 

-“Kemal, ben seninleyim, ” diyemedi.

 

Masada olmayan dördüncü kişi, Kâzım Karabekir Paşa ise Erzurum’daydı ve telefonun öbür ucunda, bu toplantıdan çıkacak kararı bekliyordu. Beşinci kişiyse, kendisiydi. Anadolu’ya çıkan ilk 5 komutan işte masadaydılar ve henüz devlet kurulamamıştı ama kozlar paylaşılıyordu. Gazi sordu,

-“Benden ne yapmamı istiyorsunuz,”  Rauf Bey,

-“Yarın kürsüye çık, bunları yapmayacağına söz ver,” dedi.  Gazi,

-“Bana bir kâğıt verin,” dedi. Bağ evinde gece yarısı kâğıt bulamadılar, içtiği sigaranın kapağını yırttı ve arkasına hırsla yazdı:

-“ Günü geldiğinde Padişahla ilgili kararı en yüce icraî organ olan TBMM verecektir.”

Yüksek sesle okudu ve sordu:

-’’Bunu yarın çıkıp okursam, sizce Meclis tatmin olur mu?” Rauf Bey rahatlamıştı,

-“Hah, işte bu olur. Bunu çık, yarın kürsüden oku.”

O Meclisten padişah aleyhinde bir karar çıkmazdı. Masadaki komutanlar rahatladılar. Ama sofra, buz gibi olmuştu. Ayrıldı Gazi.

 

Etlik sırtlarından yeni bir gün ışıyordu. O günden itibaren, bu arkadaşlarıyla yollarını ayırmak zorunda olduğunu görmüştü. Ertesi gün kürsüye çıktı ve yazdıklarını aynen okudu. Meclisle ve komutanlarla bir tartışmaya girmeden bu krizi atlatmalıydı.

 

Öyle de yaptı.

YARIN…

NE DİNLENMESİ? YUNAN BİTİNCE BİRBİRİMİZİ YİYECEĞİZ.

 

25.04.2024 BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

İfral TURGUT

25.10.2020 21:55:34

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI