<strong>DELİDİR, NE YAPSA YERİDİR AMA YA DEVLETİN BEKASI</strong>

<strong>DELİDİR, NE YAPSA YERİDİR AMA YA DEVLETİN BEKASI</strong>






Sultan İbrahim… Babası öldüğünde 3 yaşındaydı. Ağabeyi II. Osman'ın yeniçeriler tarafından öldürülüşüne tanık oldu. Diğer ağabeyi IV. Murat'ın öbür kardeşlerini katletmesini seyretti. Yaşadıkları dolayısıyla, sürekli bir ölüm korkusu içerisindeydi ve psikolojisi tamamen bozulmuştu. Kimilerine göre deli, kimilerine göre de hanedanını yok olmasını önleyecek eye adamdı.





Bütün hayatı boyunca ölümü bekledi. Ağabeyinin ölümünce vezir Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın, kendisine padişah olduğunu ve artık tahta çıkması gerektiğini söyleyince, bunun bir tuzak olduğunu ve öldürüleceğini zannetti; kapısını kilitledi.





Sonunda annesi Kösem Sultan, IV. Murat'ın cenazesini gösterdi, o da gerçekten tahta çıkacağına inandı. Çıktı da. Ama yine de bir sorun vardı. İbrahim'in hiç çocuğu yoktu. Bu Osmanlı hanedanının sona erme tehlikesi demekti. İbrahim'in derhal bir erkek çocuğunun olması gerekliydi. Toplum endişeliydi. Bu ben gidersem devlet çöker meselesi değildi. Nasıl olursa olsun bir erkek çocuk gerekliydi.





Başta anne Kösem Sultan olmak üzere, harem görevlileri padişahı cariyelerle ilişkide bulunması için yönlendiriyorlardı. Ah bir şehzade doğsa, devletin bekası kurtulacaktı. O zaman damatlarla bu iş olmuyordu.





Cinsel gücünü arttırması için padişaha verilen macunlar, ilaçlar ve otlar, İbrahim'in zihnini daha da bulandırıyordu. Neyse ki, iki sene sonra, önce şehzade Mehmet, ardından patır patır Süleyman, Ahmet, Orhan, Cihangir, Selim ve Murat doğdu. Artık saltanat tehlikede değildi.





Padişahın sağlığı git gide bozulmaya başladı. Nefesi kuvvetli bir cinci hoca bulundu. Kösem hocayı saraya çağırdı. Cinci nasıl becerdiyse, İbrahim iyileşti. Cinci ödüllendirildi, kendisine bir saray verildi, kazasker yapıldı. Yani Cinci, askerî sınıfa ait şer'î ve hukukî davalara bakan hâkim olmuştu.





Ne var ki, iyileşme geçiciydi. 1646'da Girit üzerine başarılı bir sefer yapıldı. ama ada tamamen fethedilmemişti. Kızdı İbrahim; Yusuf Paşa'yı boğdurttu. Padişah artık ne yapacağı belli olmayan, kızdığı zaman kimseyi tanımayarak masum insanları da idam ettiren korkutucu birisi haline gelmişti. Olsun, makamı da buna elverişliydi, hani





İslamda 4 kadınla evleniliyordu ama İbrahim’in 8 eşi vardı. Eşleri şehrin gürültüsünden rahatsız olmasın diye gündüz çarşıları, dükkanı kapattırır, geceleri açtırırdı. Bir ilginç husus da dev gibi şişman kadınları sevmesiydi. Kızlarağası aradı, taradı gerçekten dev gibi bir kadın buldu. Padişah adını Şekerpare koydu ve onu hediyelere boğdu. Daha sonra zavallı kadın ya Kösem Sultan, ya da bizzat İbrahim tarafından öldürüldü.





Son zamanlarda samur kürklere merak sarmıştı. İtibardan tasarruf olmazdı. Hazinede para kalmayınca  samur kürk vergisi koydu. Bu da onun da sonu oldu. Hazinenin büyük kısmı hareme ve kürklere harcanıyordu. Asker ulufe alamaz olmuştu. Halk ise depremleri ve yangınları padişahın uğursuzluğuna yoruyordu. O zaman, kader planı henüz keşfedilmemişti.





Nihayet Ocak Kethüdası Kara Murat Ağa samur vergisi ödemeyi reddetti ve  İbrahim tahttan indirilerek, yerine küçük yaştaki oğlu IV. Mehmet geçirildi. Ama aslında operasyon Kösem’in marifetiydi. Sarayda olurdu böyle şeyler. Son kullanma tarihi gelen, padişah bile olsa gereği yapılırdı.





İbrahim’in yurt dışına kaçacak hali yoktu ya,,,  Sarayda taş bir odaya kilitlendi, kapı kurşunla mühürlendi. Odadaki dayanılmaz feryatları, duyanların merhametine sebep olunca, Kösem meseleyi kökünden halletti: İbrahim’i boğdurdu. Pratik kadındı, Kösem. Bir de ifadesini mi alacaktı ki?





ÖNEMLİ OLAN DEVLETİN BEKASIYDI. PROBLEM ÇÖZÜLDÜ.






  • YA İNSANIN, İNSANLIĞIN BEKASI; YA İNSANIN HAYATI, HAYSİYETİ Mİ?






  • GEÇİN BUNLARI. SÖZ KONUSU SULTANSA, GERİSİ TEFERRUATTIR.



25.04.2024 BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

İfral TURGUT

22.03.2023 21:31:53

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI