DEPREMİN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ...
Manşet Haber 2.11.2020 13:42:14 0

DEPREMİN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ...

DEPREMİN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ...

Yine içimiz yandı! Canevimiz yalımlandı! Gözlerimiz suçlu aradı! Kim?


Suçlu olan hep “öteki”! Kimse “kendindenmiş” gibi davrananı suçlama gereği duymadı!


Bu kentleri fay hatları üzerine kim kuruyor, izin veren kimler, sonunun “felaket” olacağı/ sonunun can yitimlerine neden olacağı biline biline kimler “yanlışlara” izin veriyor; kim?


Akıl, bilim böyle söylüyor!


Doğal olaylardan çok, yapıda kullanılan parçaların özensizliğinden söz ediliyor!


Demirden söz ediliyor, kumdan söz ediliyor, temel atılan alandan söz ediliyor, taşıma gücünden söz ediliyor, dayanıklıktan söz ediliyor…


“Açlıklarını” doyurmak için çıkarılan “imar barışı”ndan söz ediliyor!


“Yanlışın” barışı ne ki, “cana kıymaya” göz yummanın barışı, “gasbetmenin” barışı, bebe çığlıklarına boğulan “anların” barışı…


Bunlardan birinin niteliksizliği her tür “felaketin” nedeni olacağından söz ediliyor!


Peki, hukuk kurallarının işlediği ileri sürülen bir ülkede “bunu” bozan kim, ya da kimler?


“İktidar” mı, “muhalefet” mi?


***


 Düşünmek bile can sıkıcı…


Yerel yönetimlerin tamamında “kazanan” kim olursa/ olsun, kendi “kapatması” sayıyor koca kenti!


İmar verilmeyecek, beton yapı çıkılmayacak, toprak yapısı uygun olmayan yerler “iştahlarını” kabartıyor olmalı…


Salt onsekiz yıllık “iktidar” mı; güldürmeyin beni!


Her “yönetimi” eline alan “ucundan” koparmaya çalışıyor, en niteliksiz ya da tarıma elverişli alanları katlediyor, sağlık yapıların yükselmesine izin veriyor!


Bunu Karadeniz bölgesinde yaşanan yoğun yağışlar sonrasında yaşadık! Akıldışı/ bilim dışı “insan” olmanın erdemini zorlayacak biçimde dere yataklarına kondurulan yapıların başına gelenleri gördüğümüzde içimiz titredi/ sarsıldık/ anlam veremedik!


Güney Doğuda oluşan depremlerde, malzemeden kırpılarak yapılan yapılar tuz/ buz gibi dağıldığında, onlarca insanımız yaşamını yitirdiğinde gözlerimizi aralayarak bakmakla yetindik; üç-beş yıllık yapıların can alışı karşısında şaşkındık!


Suçlu ardık; biri çıkıp/ üzüntüsünü söylesin istedik, biri çıkıp/ yanlış yaptığını söylesin istedik, biri çıkıp/ verilen görevi hak etmediğini söylesin istedik, biri çıkıp/ yitirilen canların sorumlusu olduğunu açıklasın istedik…


Suçlu aradık, ancak “yeni” suçlar yaşatmak için planlar kurduklarını bilmedik!


***


Vücuda “bir kez” mikrobun girmesine izin verildiği zaman, “önlem” alma konusunda “eldeki” olanaklar kullanılmaya başlanmadığında mikrobun her yere dağılması kaçınılmazlaşıyor!


“Bir kez” yanlışa ödün verilip, bir de el kayaşehir escort üstünde tutulmaya başlandığında; salt yanlış yapanla kalmayıp, “yeni” yanlış yapacak olanların da kapıları açılıyor, birbirleriyle beslenerek/ birbirlerinden güç alarak toplum içinde yayılıyor!


Öyle olmuyor mu?


O parti/ bu parti yok!


Kirlilik “her yeri” sarmış! “İktidar” ne denli “kirliliğin” içerisindeydi, “muhalefet”te o “kirliliklere” bulaşmak için çaba içerisinde!


Partiler yurttaşın değil, “yüklenicilerin” egemenliğinde!


Bunu, şu ana dek oluşan doğal yıkımlarda yaşananlardan, aldığı canlardan, yıkılan yapılardan, kullanılan malzemelerden, uzak tutulan denetim olgularından, “yanlışa” bile bile göz yumuştan biliyoruz!


Suçlu arıyoruz; kim?


***


İzmir’de oluşan depremin 6,6 mı, yoksa 6,9 mı olduğu konuşuluyor…


7,7 şiddetinde sallantıda can kaybı “neden” yaşanmadığını soran/ sorgulayan yok!


“İlahi adalet” diye savunmaya kalkışanların da bilimden haberi yok kanımca; yapılan “aptallıkları” göz ardı ederek, “suçluyu” savunanların arasında yer almak için çırpınmak…


İmar iznini kim vermişti, denetim mekanizmasını işler küçükyalı escort kılmayan kimdi, niteliksiz yapının kullanıma açılmasına kimler göz yummuştu; soran yok!


Sorulması, suçlanması için “öteki” olmalıydı sanki!


Karadeniz’de/ Güney Doğu’da yaşananların “suçlusu” kimse, İzmir’de yaşananların “suçlusu” da aynı anlayış/ aynı bakış; her siyasi görüş içerisine yer almayı başaran “kemirgenler”…


Buralarda yapılan yapıların her “yitirttiği yaşamın”, her “ekonomiye” verdiği zorluğun hesabı sorulmamalı mı, suçluları aranmamalı mı?


“Bendense”, tamam mı?


***


İçimiz yanıyor! Canevimiz yalımlanıyor!


Suçlu olan hep “öteki”; öyle mi?


Gecenin zifiri karanlığında göz kurtköy escort kamaştıran “ateş böceği” umudumu da “siz” çaldınız bilin ki!


Yitirilen her canının, canın her yaşadığı acının “sorgusu” yapılır bir gün; biliyorum…


Siz de bilin istiyorum!


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°