Manşet Haber 14.06.2021 17:57:21 0

'DİLİ KORUMADAN...

'DİLİ KORUMADAN...


Adana’da Küçük Saat, Pazarlar Caddesi, Çakmak Caddesi üzerinde bulunan mağazalardan alış-veriş yapanların çoğunun Suriyeliler olduğunu görürsünüz.
Öyle salaş giyimli, solgun yüzlü, geçim sıkıntısı yaşadığı yüzündeki kaygı yüklü çizgilerden belli olanlar değil; rahat, bu ülkeyi yaşayacağı yer olarak seçmiş, burada yaşamaktan hoşnut, gereksinmelerine burada kavuşacağına inanan yüzler…
Genelde Suriyeli kadınları görüyorsunuz erkeklerden daha çok; mağazaların nitelikli ürünlerini aradıklarına tanık oluyorsunuz, yer yer tek başına olan, zaman zaman iki-üç kişilik gruplarla istedikleri ürünü arıyorlar…
Ülkelerinde yaşanan savaş sonucu ülkemize sığınmış, yurdun birçok yerlerine dağılmış, ülkemizde “zor durumda” kalışları nedeniyle kucak açmıştı; bunların hepsi doğru, hepsi yerinde de…
Yanıtını, haklılık yanını bulamadığım sorular var…
***
Ülkesinde savaşacak durumda olamayanların, yaşanan olumsuzluklara karşı koyamayacak olanların “korunmaya/ sığınmaya” gereksinim olduğuna inandığım kadar, karşı koyabilecek olanların da bunlarla birlikte olmasına anlam veremiyorum!
Biz böyle bir ülke miyiz ki?
Ülkesinde savaş varken, savaşması gerekirken kaçanlar “hayın” sayılır!
Ancak Suriye’den gelen çakı gibi delikanlılar ülkemizde “sığınmacı” kapsamında değerlendiriliyor!
Bunun nelere zararı olamadı ki; ucuz/ kaçak işçiliği artırdı, bu yurdun çalışanlarının “iş alanlarını” daraltı, ülkenin ekonomisine “yeni bir” zorluk olarak geçti, işsizliği artırdı, toplumsal anlayışı bozdu, bazı değerleri bozdu, aile içi erinçsizle neden oldu, şiddet olaylarına yeni bir boyut getirdi…
Bu ülkenin işsizinin “işe” gerek duyduğu bir durumda, Suriyelilere “iş” sağlamanın/ bununla övünmenin/ ekonomiye katkısı var demenin, sığınmacı koruyuculuğunun ileride nelere neden olacağını öngörememek sonuçlarını da acılatacak…
***
Suriyeli sığınmacılar ülkemize geleli on yılı aştı…
O günlerde doğanlar, on yıl sonra “yeni” doğumlar yapacak!
Şu bilinmeli ki, başlarda “Suriye’de her şey normale girmeye başladığında, ülkelerine geri dönecek” diyenler, bu gün kalmak isteyeni kovacak değiliz” demeye bile başladı!
Bundan sığınmacılar da hoşnut!
Her ne denli Türk kadınlarının giyimini eleştirmiş olsalar da, kadınlarının Türk kadınlarıyla birlikte yaşamasına karşı değiller!
Kendi “muhafazakar” yapılarını koruyarak, çoklarından Türkiye’de Türklerle yaşamak istediklerini belirten sözler duydum!
Bizim “muhafazakarların” avazları çıktığınca Avrupa’yı eleştirip, sonra da çocuklarını Avrupa’ya eğitime göndermeleri gibi bir olgu…
Ancak bir değişiklik var;
Türk insanı Avrupa’da bir ülkede yaşamak için “dil bilme zorunluluğu” olmasına karşın, sığınmacıların Türkiye’de yaşayabilmek için “Türkçe” bilme zorunluluğu olmadığı gibi, Türklerin onları anlama zorunluluğu var sanki…
***
Bir doktor arkadaşımı anımsıyorum. Zorunluluk sürecini tamamlayınca Almanya’ya gideceğini söylemişti.
Aylarca Almanca dil eğitimi aldı, sınavına girdi, başarı oranını aştıktan sonra gidebildi!
Bunu bir yana bırakalım; covid 19 öncesinde Hacca gideceklere, vardıkları yerlerde gereksinmelerini sağlamak için belirli sayıda sözcük, deyim, tümce öğrenmeleri istenirdi!
Mekke’de, Medine’de “Türkler gelecek Türkçe öğrenin” denilmiyordu demek ki…
Hacca gidenlerin yaş durumlarına bakıldığında dedeler, nineler yoğun biçimde göze batacak!
Yıllar önce okur-yazarlığı olmayan neneme Arapça birkaç sözcük öğrettiğimi anımsıyorum! Her ne denli belli bir sayıda hacı adayının başında “deneyimli” bir görevlinin olmasına karşın öğrenmek isterlerdi, yaşayacakları zorluklara karşı önlem almak için “dil” öğrenmeleri gerektiği belirtilirdi!
Bunları bilmeyen, duymayan yoktur sanırım!
***
Adana’da Suriyeli sığınmacılar Küçük Saat, Pazarlar Caddesi, Çakmak Caddesi üzerinde bulunan mağazalardan alış-veriş yapanken oldukça rahatlar…
Vitrinlerin önünde mankenin üzerindeki giysiyi inceliyorlar, birbirlerine Arapça bir şeyler söylüyorlar, içeri giriyorlar, mağazanın satış sorumlusu onlara yaklaşıyor…
“Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?”
Yüz bölümleri açık, vücudun diğer bölümleri siyah içerisinde olan iki kadın birbirine Arapça bir şeyler söylüyor, sonra vitrini gösteriyor, satış sorunlusu “yes/ okey” gibi sesler çıkarıyor, vitrine yöneliyorlar, biri işaret parmağıyla göstermeye çalışıyor, satış sorumlusu ürünün bulunduğu reyona yöneltiyor, çeşitleri gösteriyor…
Hepsi bu denli değil…
Kadınlardan biri bir şeyler soruyor, anlaşılmadığını anlayınca da başparmağını işaret parmağının üzerinde oynatmasından “ederini” sorduğu öğreniliyor!
Kadınlar ürünü almak istiyorlar da, roma rakamlarını bilmediklerinden zorlanıyorlar. Satış sorumlusu cebinden parasını çıkarıyor, ürününün yanına koyuyor, kadınlar yüzlerini buruşturuyor, satıcı indirim yapabileceği kadar paradan alıyor, kadınlar reyona göz atıyor, üç- dakka sonra anlaşıyorlar…
***
Suriyeli sığınmacılar on yılı aşkın süredir ülkemizde, ancak Türkçeyi öğrenmeme konusunda ya isteksizler, ya da anlamalarına karşın satıcıya ayar vermeye çalışıyorlar!
Kimseden Bülent Ecevit gibi “güzel Türkçe” konuşmasını bekleyemeyiz, ancak bu ülkeye sığınanların kendilerini anlatacak kadar “Türkçe” bilmelerini istemek bu yurdun insanının en doğal hakkı…
“Dili” korumadan, “gelecek” kurulamıyor…
130621

elazığ mutlu son masaj

YAZARLAR

35.8° / 20.3°