EĞİTİMİN ÇETELERİ

EĞİTİMİN ÇETELERİ

Halide öğretmen, mesleğine ve ilkelerine bağlı olarak çalıştığı Anadolu’nun çeşitli yörelerinden okuldan okula, köyden köye ve şehirden şehre sürülürken, Ankara da bulunduğu bir geçici görevindeyken, gazetede şöyle kocaman Puntolarla yazılı bir başlık gözüne çarpar; “OKULDAKİ BİZİM ÇETE YAKALANDI”.

Halide öğretmen, hemen aslen görev yaptığı ildeki 10 Kasım lisesine, okul müdürü tarafından çağrılır. Şehir altüst olmuş suçlanan öğretmenler idari izne ayrılmak zorunda bırakılmışlardı. Bu yüzden Halide öğretmen, apar topar çağrılmıştı. Her daldan bir öğretmen eksilmişti; Matematikçi Osman Bey, Türkçeci Halil bey, Sosyalci Hasan Bey ve Fenci İlhan Bey. Hepside işinin erbabıydı. Ekip olarak en durumu zayıf ve tembel bir öğrenciyi sıfırdan alır, ileri bir eğitim düzeyine çıkarırlardı. Onlar şehrin en iddialı öğretmen grubuydu 1980 döneminde. Ders verilecek öğrencileri gözünün bebeğinden tanırlardı, hepbirden sözleşmişlercesine. Fakat bu defa işler tersine gitmişti. Aslında savcı da suçlayacak kimseyi bulamadığından sadece idari izin ve mahkeme salonunda “tüm öğretmenlerin yüzüne tükürmekle” yetinmişti.

Okul müdürü Ömer Bey, defalarca 6A sınıfındaki Müjdat’ı uyarmasına rağmen, bir sonuca varamıyordu. “Oğlum eğer annen Almanya’dan kayıt paralarını göndermezse, bu okuldan da kovulacaksın, ben söylemiş olayım” diye endişelerini dile getiriyordu. “hocam burası devlet ok.. Değil mi”? Demesine fırsat vermeden, hemen özel ders ücretlerini ödemesini istiyordu.

Müjdat, anne baba ayrılığından etkilenip derslerinden başarısız olan zeki öğrencilerden biriydi. Annesi Almanya’nın Hannover kentinde bir markette çalışıyor ve iş çıkışı iki apartmanın da merdivenlerini siliyordu. Biricik oğluna daha iyi bir gelecek sağlamak için çırpınıp duruyordu.

Melek hanım henüz 14 ündeyken Almanya sevdasıyla, ailesi tarafından yaşı büyütülerek İbrahim Bey’le evlendirilip apar topar köyden direk Almanya’ya gönderilmişti. Bir şehrin ışıklarını ilk o zaman görmüştü. Sanki yeniden dünya ya gözlerini açıyordu. Yeni bir gökyüzü ve alışık olmadığı bir hayat serilmişti önüne. Rüzgâr bir başka dilden esiyordu ensesinde. Önündeki tertemiz caddelerde neredeyse yürümeye çekiniyordu. Parkları cennetten farksız olan bu ülkenin, köyleri şehirlerinden daha can alıcıydı. İçten içe kendi tuvaletsiz ve susuz köylerine kahrediyordu. Utancından düşünmek bile istemiyordu. Hayatından birden fazla araç görmediğinden, toplu taşıma araçlarında kadın ve erkekleri yanyana otururken gördüğünden dolayı bir türlü metro ve otobüse binemiyordu. Her yere yürüyerek gidiyordu. Gelir gelmez hemen eşi tarafından bir Türk restoranında bulaşıkçı olarak işe başlamıştı. Bir gün iş çıkışı eve geç kalmamak için mecburen bindiği iki katlı, camları ve döşemesi pırıl pırıl olan otobüsün alt katında, yer olmadığından, üst kata çıkmış ve indiğinde girişte yerleri kirletmemek için çıkardığı ayakkabılarını bulamamıştı. Tüm şehri gezen otobüsten geriye sadece Melek Hanım kalmıştı. Şoför inmeyi işaret ettiğinde, sağ bacağını eliyle tutup şoförün yüzüne doğru uzatmış ve bunun bir küfür anlamına gelebileceğini hiç aklına bile getirememişti. Kontrolörlerin de ceza yazarak işe karıştığı bu dramda, en son iki ayağını da topuklardan tutarak kaldırdığında ve kendini tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamış, ayakkabısız olduğunu ancak, o zaman anlatabilmişti bu katı insanlara. Tüm otobüs ekibi, elindeki adrese göre Melek hanımı metro kadar büyük belediye otobüsüyle sokağındaki kapısına kadar götürmüşlerdi.

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Müjdat’a hamileydi. Fakat artık iki kelime Almanca biliyordu “bite helfen mir” (lütfen bana yardım edin). ich (ben) yerine iş diyordu. Hannover’deki üst düzey Almancaya rağmen inadına sanki Bayern kesiminde konuşulan bu sokak dilini kullanıyordu. Ve burada yaşayan Almanlar tarafından kabul görmüyordu bir türlü.

Tüm bu ceviz kabuğu kadar çetin mücadelesini kendi dişiyle ve tırnağıyla yapıyordu. Eşini bir türlü yanında göremiyordu. Bu arada Müjdat okul çağına gelmişti. Eşinden ayrılmaya karar verdi.

Müjdat’a iyi bir gelecek sağlamanın tek yolu Anavatan’a göndermekti. ‘O’nu kuşatan birçok tehlikeden ancak bu türlü kurtarabilir ve ana yüreği bu şekilde rahat olabilirdi. Birçok tanıdıklarını çocukları ellerinden alınmış ve bir daha gösterilmemişti Alman hükümeti tarafından. Bu insanlar, şehir şehir çocuklarının izlerini bulmak için, uçan kuştan haber bekliyorlardı. Tam buldukları sırada tehlikeli bir hükümlü gibi kaçırılıyorlardı ailelerinden ve sevdiklerinden “bu masum, genç Türk nesli”.

Melek, Türkçe dilbilgisi, Matematik, Fen, Kimya’nın ne anlama geldiğini bilmezken, şimdi Müjdat’ın Almanca hausaufgaben (ev ödevi) larıyla ilgilenmek zorundaydı. Alman öğretmen Anita, sık sık Melek hanımı çağırıyor, evde Türkçe konuşulmamasını, ve ev ödevlerini aksatmadan yapmasını, aksi taktirde verdikleri eğitimin anlamsız kalacağını her fırsatta dile getiriyordu.

Melek sürekli bir çift göz tarafından izlendiğini hissediyordu. Çocuğuna yüksek sesle kendi evinde yapma oğlum diyemiyordu. Hemen iriyarı bir Alman polis kapıyı çalıyordu. ‘Hakkınızda şikâyet var diye’. Ne tür eğitim vereceğini şaşırmıştı Melek. Oğluna sıkı vermese ders çalışmayacak, çalış diye zorlasa, suç olacak. Her öğrencinin danışman öğretmeni, özellikle göçmen öğrencileri ders bitiminde özel bir odaya alır, evde ailesiyle ilişkileri sorgulanırdı.

Melek gelenek ve göreneklerini çoktan unutmuş, tek hedefi yaşadığı bu çıkmazdan bir an önce kurtulmaktı. Müjdat’ı Türkiye’ye bir tatil bahanesiyle, “nasıl kendisi bir zamanlar acil bir şekilde evlenme nedeniyle, Almanya’ya gönderildiyse” oğlunu da aynı şekilde ülkesine göndermek istiyordu. Ve hemen ekonomik sınıftan ucuz iki uçak bileti alıp, anavatan’a uçtular ılık bir sonbahar sabahında. Havaalanında abisi ve eşi, Meleği sıcak bir şekilde karşıladılar.

Bu müstakil bahçe içindeki ev ilk günler Müjdat’ın, çok hoşuna gitmesine rağmen, geri dönüş uzadıkça sıkıntıdan ve yalnızlıktan boğuluyordu. Anavatanda yaşama gerçeğini Müjdat’a anlatmak, dayısına bırakılmıştı oy birliğiyle. Dayısı Müjdat’ı alıp nehir kenarında bir çay bahçesine götürdü ve durumu en ince ayrıntısına kadar anlattı. Ve o gece sabah olmadı Müjdat için. Annesinin kaderini yaşıyordu sonuçta. Başından itibaren göçebe bir hayata mahkûm edilmişti bu gurbet kuşları, kendilerine bile yabancı olan bir yürek taşımak zorunda bırakılmışlardı Tanrı tarafından.

Okul zamanı gelmişti. Dayısı ve yengesi, Müjdat’ı alıp 10 Kasım ortaokuluna yazdırmak üzere götürdüler. Müdürün çaycısı Şeyhmus, onları kapıda karşıladı bozuk Türkçesiyle. Sanki milli piyangodan ikramiye çıkmış gibi nefes nefese yeni bir velinin geldiğini, müdür Ömer Bey’e müjdelemişti.  Kapıyı hızla üzerlerine kapatarak müdürün odasından uzaklaştı.

Ömer Bey, okulun gereksinimlerinden bahsederek sıraladı. Kaliteli bir eğitim vermek gibi hedefleri olduğundan, öncelikle, bir deney laboratuarı, iyi bir finansman sağlanarak öğrencilerine etüt sınıflarının kurulması, eskimiş bayrak direğinin değiştirilmesi, okulun iç ve ön cephesinin boyanması, spor salonunun yeniden dekore edilmesi, elektrik tesisatının yeniden elden geçirilmesi, eskimiş su borularının değiştirilmesi....tüm bunlar maddeler halinde detaylarıyla beraber, kayıt sırasında noter gibi peşinen veli ve öğrencilerin suratına okunuyordu müdür tarafından “kapalı bu kapılar arkasından”. Aslında bu okuldaki diğer öğrenci ve veliler için bu gibi değişikliklere verilecek yardım bir çerez parası bile değildi. Şimdiye kadar başvuranlardan en garibanı ‘Müjdat’ gibi görünüyordu.

Tüm bunlar bir yana, sıra öğretmenlerin öğrencilere gece gündüz eğitim pahasına yaptıkları fedakârlığa gelince, Müjdat’ın yengesi Zeliha hanım kendisini tutamayarak, Allah yardımcımız olsun dedi ve sözünü sürdüremedi. Zeliha hanım hafif bir fenalık geçirdi, eşi Emin bey, hemen pencereyi açtı ve müdür masadaki kolonyayı Emin bey’e uzattı, ilk yardım için. Emin bey bir açıklama gereği duydu Ömer bey’e, ‘’sabah evden aceleyle çıktık geç kalmamak için kahvaltı yapamadık kusura bakmayın’’ diye ekledi. Müdür hemen odacısı Şeyhmus’u, ayağının altındaki zile basarak çağırdı. Zaten kapıda bekleyen Şeyhmus, ‘’emredin efendim dedi’’. ‘’oğlum hemen bir kahvaltı getir, acil olsun’’ dedi. Şeyhmus sırtını dönmeden gerisin geriye çıktı odadan. Zeliha hanım kahvaltısını yaparken, müdür Ömer bey,  Müjdat’ın ders durumlarını kendi üslubuyla test etmeye çalıştı. ‘’Bak çocuğum, zeki bir öğrencisin ama temel derslerin oldukça zayıf. Sana öncelikle Türkçe, Matematik, Edebiyat, Fen ve Sosyal derslerinden bakırköy escort özel ders aldırmamız gerekir ki, diğer arkadaşlarınla aynı seviyeye gelebilesin’’dedi. Masasının altındaki zile ayağıyla basarak, Şeyhmus’u çağırdı. ‘’oğlum ekibi çağır dedi’’. Ekip zaten yan taraftaki öğretmenler odasında hazırda bekliyordu.

Matematikçi Osman Bey’in girişimiyle, Türkçeci Halil Bey, Sosyalci Hasan Bey, Fenci İlhan bey, birer soruyla Müjdat’ı birkaç soruluk kısa bir testten geçirdiler. Müdür Ömer Beyle,  özel ders vermede, aynı fikirde olduklarını hafif bir baş hareketiyle onayladılar. Osman Bey, başta olmak üzere tüm ekip özel ders saatlerini bir kâğıda yazarak Müjdat’ın ellerine tutuşturdular.

Eğitim yılı dönemin sonuna yaklaşıyordu neredeyse. Müjdat ödemeleri aksattığı gibi, Matematikçi Osman Bey’le,Türkçeci Halil Bey arasında fiyat farkı nedeniyle, şiddetli bir çekişme başlatmıştı. Halil Bey, Osman Bey’in kendisinden fazla fiyat aldığını tesadüfen öğrenmişti ve bunu bir türlü içine sindiremiyordu. Diğer ekip arkadaşlarıyla da bunu paylaşmıştı kahrından. Okulda bir ataköy escort fısıltıdır yayılmıştı. Bu konu Müdür Bey’in kulağına kadar gitmişti. Aslında parasal konularda kimse Müdür Bey’in önüne geçemezdi ama bu kez işler kontrolünün dışında gelişmişti.

Müjdat’ın iki ayağı bir pabuca girmişti. Son günlerde ders ücretleri oldukça birikmişti. Almanya’daki annesine bir türlü ulaşamıyordu. Durumu bilen arkadaşları, bir çözüm arayışına giriştiler. Akşamları ders çıkışlarında oturup çaresizce düşünüyorlardı. Fakat yapılacak bir şey görünmüyordu henüz. Müjdat her akşam eve kafası karmakarışık gidiyor neredeyse okul elbiseleriyle yatıp kalkıyordu. Rüyalarında sürekli bir yerlere tırmanıyordu ve hedefe ulaşacağı sırada boşluğa düşüyordu. Sürekli aynı kâbusla uyanıyordu.

Bir gün Müjdat, heyecan ve korku karışımı bir duygu ile arkadaşları Engin ve Fırat’ı dersten sonra aldı ve Atatürk parkının karşısındaki kuyumcular çarşısına götürdü. Üç genç öğrenci, Müjdat’ın elindeki bir çift Adana burmasını bozdurmak istediklerini söylediler, ilk girdikleri kuyumcuda. Orta yaşlı saçları beyazlaşmış bu tecrübeli kuyumcu, öncelikle eli ayağı düzgün ve giyimlerinden iyi aile çocukları oldukları şirinevler escort belli olan bu gençlerin, neden bu bir çift bileziği bozdurmak istediklerini anlayamadı. ‘’Bir dakika çocuklar, yan tarafa uğrayıp geliyorum’’ diye çıkıp, bir ekip arabası dolu polisle gelip suçüstü bu masum çocukları tutuklatmıştı.

Ve bu gençler zamanın belediye başkanı Aslan beyin biricik oğlu Engin, Pireli Lastiklerinin üreticisi fabrikatör Yılmaz beyin tek veliahttı Fırat ve Müjdat’tan başkası değildi.

Yengesi Zeliha Müjdat’ın neden bileziklerini çalıp satmak istediğini,hazır bulundukları mahkeme salonundan daha anlayamadan, yükselen tansiyondan sağ yanına felç inince, zaten bilezik takma düşüncesi de yok olmuştu doğal olarak. Uzun süreli fizik tedavi ve egzersizlerden sonra destekle sağ elini ancak kullanmaya başlamıştı.

Bu iki eli yağda ve balda olan iki zengin gence rağmen,çok sevdikleri arkadaşları ‘Müjdat’ için her tehlikeyi göze alıp, eğitimin çetelerini doyurmaya kalktıkları sırada kendileri adaletin kıskacına bilinçsizce girdiler. Onların olayları başından itibaren dürüstçe anlatmasıyla asıl eğitim çetesi yakalanıp, bu şehrin tarihine bir kara leke olarak yazılmıştır.

İddia makamı belki tarihinde ilk defa, gerçek suçlulara tek celsede, kolayca ulaşmış olup eğiten ve eğitilen adına derin bir üzüntü duyarak vicdanlarını rahatlatacak farklı bir yöntemle eğitim çetesini” sadece yüzlerine tükürmekle”  cezalandırmışlardır.

Ve günümüzde hala tükürükle sıvanmış yüzlerle eğitim sürüyorsa ve bu durumdan ” alan memnun veren memnun” diye, ders alınamıyorsa, sağlıklı bir eğitim ve eğitimciden kim bahsedebilir? Ve çeteleşme nasıl önlenebilir acaba?

Bu öykü 1980 yılında yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenip yazılmıştır. Yer ve kişi isimleri kurgulanmıştır. Gerçekle bağlantısı yoktur.

 

 

 

manavgat mutlu son masaj

Hilal ULUDAĞ

30.05.2021 23:15:37

YAZARLAR


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI