EMEKLİNİN AKLIYLA ALAY...
Manşet Haber 24.06.2021 16:58:05 0

EMEKLİNİN AKLIYLA ALAY...

EMEKLİNİN AKLIYLA ALAY...

Haber şöyle:
“Temmuz ayı emeklilerin yüzünü güldürecek üç gelişmeyi beraberinde getirecek. Bunlardan ilki maaş zammı… Milyonlarca emeklinin maaşına ocak ve temmuz olmak üzere yılda iki kez zam yapılıyor. Yasaya göre; memur emeklisinin zammı toplu sözleşmeyle iki yılda bir belirlenen, son altı aylık enflasyon belirlenen rakamları aşarsa, bu fark da maaşlara yansıtılıyor.”
Emeklinin, Temmuz ayında yapılacak zamla yüzü gülecek; inanmak için “en küçük” belirti yok!
Hep yazdığım konu; kapitalizm, “iktidar” medyayı öyle bir kullanıyor, üstelik “herkesin” öyle inanmasını sağlıyor ki, her tür sıkıntıyı yaşayan emekli “acaba sıkıntı yaşamıyorum da, kafayı mı sıyırdım” demeye dek sürükleniyor!
Daha yılın başında verilen zam unutulmadı bile…
İlk pazar, ilk market, ilk gereksinim sağlamak için yapılan alış-verişte eritildiği belleklerden silinmiş gibi…
Her şeyi bir yana bırakın, “ekmek” bile yüzde yirmiye yakın zamlandı; günlük tüketilen market ürünlerini, mevsimlik sebze/ meyveyi de buna eklediğinizde emeklinin neler yaşadığını, hangi sıkıntılarla boğuştuğunu, sokaktan nasıl uzaklaştığını, gereksinmelerinden nasıl koptuğunu görmeyecek/ bilmeyecek denli aptal değil sanırım medya…
Ancak “yüzü gülecek” diyecek denli gözleri görmez, kulakları duymaz, belleği almaz!
***
Haber şöyle sürüyor:
“Kurban Bayramı 20-23 Temmuz'da. Her bayram öncesi emeklilere maaşlar erken yatırılıyor. Temmuzda da bu uygulamanın olacağı yönünde beklenti var. Çünkü bazı emeklilerin maaş ödemesi bayrama denk geliyor…”
Emeklinin, “gününden” önce alacağı aylığı yüzünü güldürecek; bir sonraki ayın “bir aydan daha uzun” süreceğini düşünen yok sanırım…
Geçen yıl anımsar mısınız, covid 19 nedeniyle patronu kurtarmak için kamu bankalarının kredi muslukları açılmış, aklın almayacağı “ucuz krediler” dağıtılmış, firmaların ellerinde biriken ürünler “zamlanarak” eritilmiş, “ucuz kredinin” beton yapılar üzerinde birikmesi sağlanmıştı.
Emekliye de “piyasalardaki canlanmaya destek olmak, kurban gereksinmelerini erkenden giderilmek için ikramiyelerin önce ödenmesi” düşmüştü.
İşin “acınası/ dövünesi” yanı; bu durumu bile “emekliye önceden ödeme yaparak destek olduk” denmesi, medyanın bu olguyu bir “sevinç” nedeni olarak göstermesine tanık olduk!
Düşünmüyor değilim aslında…
Bu konuşanların, bu yazanların, bu ballandıranların “emeklinin” tümden yaşadıklarını görebilme/ anlayabilme becerileri olmasa da, çevrelerinde “bir tane” görüştükleri/ bildikleri “emekli” yok mu?
“Var” deseler de, “yok” deseler de yazık; gemiler öyle başka ki…
***
Temmuz ayında emeklilerin yüzünü güldürecek bir diğer olgu:
“Bayram ikramiyesinin 12-20 Temmuz arasında ödenebileceği belirtiliyor. Ödemeler yine 1.100 lira olacak. Bilineceği üzere Şeker Bayramı'nda 1.000 liralık ikramiye 1.100 liraya çıkarılmıştı.”
“Muhalefet” ilk sözünü ettiğinde “iktidarın” tüm sözcüleri “nereden bulacaksın” sorusunu yönelttiğini unutmamak gerekir!
“Emekliye her bayramda, aylığı kadar bayram ödemesi yapacağız” demişti “muhalefet”…
“İktidarın” yaşadıkları şatafattan, sağladıkları “adı belirsiz” kazançlardan yoksun kalmamak için “böyle” karşı koyduklarını bugün daha iyi anlıyoruz!
“İktidara” yönünü dönmüş birçok ismin, anlamadıkları/ bilmedikleri işlerinde başında akıllara corona 19 bulaştıracak denli aylık aldıkları ortaya çıktıkça bu yurdun “kazanımının” nerelere harcandığını çok daha iyi anlıyoruz!
“Muhalefetin” önerdiği aylık kırpılarak, bir kurban fiyatının yarısının da altında olan bir bedel üç yıl önce bin lira olması gerçekleşti, adına “bayram ödemesi” denildi, üç yıl sonra yapılan yüz liralık artış günlerce dillendirildi.
“Emeklimizin bayram ödemesine yüz lira zam yaptık” söz, ses, yüz mimikleri olarak bellekte…
Gerçekten “emekli” bu yapılanlar nedeniyle gülebilecek mi?
***
İnsanın “aklını yemesi/ kafayı sıyırması” için ille de başına taş düşmesi, ya da bir uçurumdan aşağı uzun süre yuvarlanması, ya da “şok” bir olay yaşaması gerekmiyor!
“Temmuz ayı emeklilerin yüzünü güldürecek üç gelişmeyi beraberinde getirecek” diye başlayan bir haberi klavye tuşlarına tek tek basarak yazan birinin “aklını yediğine/ kafayı sıyırdığına” inanmamam için hiçbir neden yok!
Yazanın nereden düştüğünün/ hangi uçurumdan yuvarlandığının da önemi yok; varsa böyle bir oldu, tası/ tarağı toplayıp dinlenmeye çekilmeli…
Bu yazılanlar oniki milyon emeklinin aklıyla/ yaşamıyla/ bildiğiyle alaydan başka bir şey değil!
Tüik’in verilerinde bile “açlık sınırı” altında olduğunu söylüyor; sözüm ona açlıkla boğuşmayı sürdürüyor, buna ancak “iktidar” seviniyordur sanırım!
Tamam doymasını, yaşamının sıkıntısız olmasını, gereksinmelerini sağlamasını istemiyorsunuz da…
“Gençlik” her ne denli gelecekse, “emekli” de geleceğin temelidir/ deneyimidir; unutmamak gerek!

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°