FİNANSÖRLERE KAZANDIRILIR!
Manşet Haber 30.12.2021 01:19:00 0

FİNANSÖRLERE KAZANDIRILIR!

FİNANSÖRLERE KAZANDIRILIR!






Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati kur güvenceli TL “mevduatı” uygulamasına ilişkin “aklı başındaki bir finansör Türkiye’de bu işlerin bir şekilde döneceğini bilir ama çarpılan küçük yatırımcılar oldu” sözlerinin ardından, küçük yatırımcının “kumpasa mı düşürüldük” demesine neden oldu!





Finansörlere, işlerini yaparken/ ödemelerini yerine getirirken/ anlaşma sağlarken “kura dayalı” güvenceler verildiğini duymayan/ bilmeyen tok!





Sözüm ona dövizin kimin elinde olduğunu, kimler zamanı geldiğinde uyarıldığını, kimlere dövizleri bozdurmaları konusunda gün verildiğini konuşuluyor bugün!





Konuşulmalı, susmamalı, bu kur oyunlarıyla yitiren kalabalık “dönen dolapları”, uyaranın ağzından duymalı/ duyması, sağlanmalı…





Finansör, “uyarıldığı” için aklı başında olurken; aşından/ ekmeğinden/ geçiminden artırarak “alım gücünü” koruyabilmek için altın/ döviz almaya iteklenen yurttaşlar “uyarılmadıklarından” çarpılan olacaklar!





Aklınızı yormuyor mu sizin?





***





Baştan bu yana “dış odaklardan” söz edildi, her kur yükselişinde ekranlardan “sahibinin sesini” yükseltenlere bolca tanık olundu ya…





Sakının “unuttuk” demeyin; tüm koruduğum umutlarımı yitireceğim!





Kurun dayanılmaz/ durdurulamaz yükselişi karşısında biraz baş eğmek yerine “sorumluluğu” sokağa/ yurttaşa bile yükleyen “iktidarı” da, “iktidarı” korumak uğruna pazarda kıvranan yoksulluğu görmezden/ anlamazdan gelen yandaşları da, her varışta market fiyatlarının artışını da, uzayan ekmek büfeleri önündeki kuyrukları da unutmayın!





Tüm bunların sorumlusu ne dışarısı, ne “muhalefet”, ne sokakta sıkıntısını eyleme dönüştüren sivil toplum örgütleri, ne iş bulamayan üniversite gençliği, ne toprağını ekemeyen çiftçi, ne aldığı borcu ödeyemeyen dar gelirli…





Yirmi yıllık bir “iktidarın” ne bunları söylemeye, ne başka yerlerde “sorumlu” aratmaya, ne de ekranları zapt eden yandaşlarıyla algı oluşturmaya çalışmalarına hakları yok!





Bu resmin tuvali de, boyası da, çizgisi de, manzarası da “iktidar”!





***





Gerçekten dolar ya da döviz konuşmayalım; ülkemizin ulusal parası dururken, onu korumak her yurttaşın ödevi olması gerekirken, niye konuşulsun ki?





Kim konuşursa, kim ulusal paraya döviz üzerinden “ayar” vermeye kalkışırsa, kim ulusal parayı yabancı paralar karşısında onursuzlaştırmak için “güvenceyi” başka yerlerden ararsa…





Bunu bir “öz güven/ onur/ saygınlık” gibi, gidilen/ varılan her yerde allandıra/ ballandıra anlatırsa…





Burada durayım sanıyorum değil mi?





Sözün nereye varacağı belli oldu; bu yurdun insanı, hiçbir zaman kendi parasını ezdirmek istemedi, üstelik sılada olanlar bile kazançlarını ilk fırsatta ulusal para birimine dönüştürmek için yarıştı!





Bu insanlar kendiliklerinden altına/ dövize yönlenmedi, ülkede yaşanan “istikrarsızlık/ beceriksizlik/ belirsizlik” nedeniyle “iktidarın” baskısıyla yönlendirildi!





Yaşanan “yaşattırılanların” sonucu!





***





Ya şimdi; üç ayda ikiye katlanan kur, ikiye/ üçe katlanan temel gereksinim ürünleri, bir o denli akaryakıt ne canlar acıttı, ne uzanan ellere dokundurttu…





Biri çıkıp, her gün zincir marketlerde “dolar yükseldi” denilerek değiştirilen etiketlerin hesabını vermeli…





Birçoğunun depoda duran ürünlere, kur değişimine göre “fiyat” koyduklarının hesabını vermeli!





Dövizin iki günde yüzde otuz/ kırk değer yitirmesine halay çekenler, “dolar düştü ya, gördün mü ya” diye sanal bayram yaşatanlar “yüksek kurun” neler yaşattığını hem unutmamalı, hem de hesabını vermeli!





***





Her zaman olduğu gibi, sokakta yürüyen insanların yüzlerine bakıyorum “kur düşümü” sonrasında, markette/ pazarda ürünlerin önünde kaçamak bakışlarını aşağı indirenlerin gözlerine…





Bakan Nebati’nin ne gözlerine bakmak, ne “çıkacaksak da, batacaksak da birlikte”sözlerine inanmak bana hem akılcı gelmiyor, hem de geçmişten gelen öğretisi nedeniyle içten bulmuyorum!





Yıllardır “büyüme” sözleriyle doyuruldu insanlar, bir “iktidar” yanlısı ismin dediği gibi “yollara, köprülere” baktırılarak…





Her doğan günle birlikte ekmeğinden alındığı, alım gücünden çalındığı, umutlarından koparıldığı, “ucuz emek” için çaba harcandığı hep yadsındı!





Kur çıkarken her şeye gelen zam, kur inerken “neden” düşmez?





Daha başta “finansörlerin” kazandığını, dar gelirlinin bu işin “çarpılanı” olduğunu belirtirken; kur inerken finansörlerin kazanması için uğraş verildiğini anlamayan var mı?





“Büyümeden” nasıl bir avuç işbirlikçi kazançlı çıkmışsa, “kur düşüşünden” dolayı da yine aynı katman yararlanmışsa; bu değişmeyecek, kolay kolay zamların birçoğu geri alınmayacak, evi yakılan yurttaş kapısız/ penceresiz dört duvar arasında yaşamaya “razı” edilecek!





Neden mi; sonra yazacağım!



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°