GENÇLERİ SEVDİĞİMİZİ SÖYLÜYORUZ DA GENÇLERİN GELECEKLERİNİ KURMALARI KONUSUNDA NE TÜR SEÇENEKLER ÖNERİYORUZ
Manşet Haber 19.05.2023 00:52:16 0

GENÇLERİ SEVDİĞİMİZİ SÖYLÜYORUZ DA GENÇLERİN GELECEKLERİNİ KURMALARI KONUSUNDA NE TÜR SEÇENEKLER ÖNERİYORUZ

GENÇLERİ SEVDİĞİMİZİ SÖYLÜYORUZ DA GENÇLERİN GELECEKLERİNİ KURMALARI KONUSUNDA NE TÜR SEÇENEKLER ÖNERİYORUZ






19 Mayıs Gençlik Bayramı'nın yaşamımda birçok anısı vardır. Köyden kente okumaya gelmiş bizler gibi göçebe ailelerin çocukları Cumhuriyetin omuzlara yüklediği önemi o dönemlerde kavramaya başladık. Mustafa Kemal, 1920’li yıllarda birçok Avrupa ülkesinde dahi olmayan demokratik değerleri, gençler tarafından okunarak, anlaşılarak, kıymetinin bilinerek geleceğe daha geliştirilmiş şekilde taşınacağı ve sahiplenileceği gerçeği ile yine gençliğe emanet etmiştir.





Sonraları, 19 Mayıslarda, spor yapın, eğlenin, keyfinize bakın ve bir an önce arkadaşınla rekabete gir ve öne geç denilmeye başlandı. 1926, 1935 yıllarında Atatürk’ü anma günü olarak kutlanan 19 Mayıs Gençlik bayramları. Daha sonraları “Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı” olarak değiştirildi. Zamanla 19 Mayıs anmaları tamamen gençlerin spor yapması noktasına taşındı. Ben halen ilk gençlik yıllarında edindiğim, okuyan, üreten, sorumluluk sahibi olan, vicdanlı ve empati yapan bir gençliği öğütlerim. Dikkat edilirse Cumhuriyetin dayanağı olan TBMM anlayışının emaneti 23 Nisan’da çocuklara armağan edilmişti. 19 Mayıs da aynı duygu ile gençlere emanet edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk gençlere olan güven ve umudunu şöyle belirtmektedir. “Biz her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki, hiçbir şeyi unutmayacaktır. Geleceğe ilişkin umutlarımızın ışık saçan çiçekleri onlardır.”





Gençleri Ne Kadar Tanıyoruz





Avrupa’nın en genç nüfusu ülkemizde. Benim okumam, genç nüfusunuz varsa zenginliğiniz vardır. 2021 yılında genç nüfus oranı Dünya ortalaması %15,4 olurken Türkiye'nin genç nüfus oranı %15,3 idi. Gençlerin enerjisini ancak bilim-bilgi yolu ile yaşama aktarabilirsen zenginliğe ulaşırsın. Oynayın zıplayın, kolay yoldan para kazanın derseniz üreten değil tüketen bir duruma düşersiniz. Sonra da fakirleşme yoluna girersiniz. Günümüzde, içinde 8 milyonu yükseköğretimde olan toplam 25 milyon öğrenciye rağmen halen birçok teknoloji ürününde dışa bağımlı durumdayız. 





Genç adı üstünde, canlı, dinamik ve yaşamı daha anlamlı kılacak enerji ile ileriye taşıyacak özelliklere sahiptir. Genç; çalışkan, enerjik, araştıran, merak eden, yeni gelecekleri ve dönüşümleri arayan yapıdır. ‘Atatürk gençliği’ düşüncesini bizlere kazandıran hocalarımız öncelikle sorumluluk sahibi, geleceği için yol inşa eden, çalışan çabalayan, dürüst sözü özü düzgün kişilikli insanlar olmamızı önerirdi.





Sorunun birincisi; acaba genç kimdir? Genç ne istiyor? Dönemin talepleri ile ailenin ve sistemin talepleri ne ölçüde örtüşüyor.





Sorunun ikincisi; gençliği tanıyor muyuz? Gençliğin beklentileri ne ölçüde karşılanıyor?





Sorunun üçüncüsü; gencimiz ile iletişim kurabiliyor muyuz?





Sorunu dördüncüsü; gencimize sorumluluk yükleyebiliyor muyuz? Gencin sorununu kendisi çözmesi konusunda ne denli yardımcı olabiliyoruz.





Sorunun beşincisi; gencin kendini ifade etme isteğini ne kadar anlayışla karşılıyoruz? Gencin kendini yenilemesine ne denli katkı ve ortam sunuyoruz? Genç bireyde meydana gelen değişimlere ne oranda gözleyebiliyoruz?





Genç kavramı için yapılan basit psikolojik tanımlamada ‘18 yaş döneminde ben varım, farklıyım ve kendi kararımı kendim vermek istiyorum’ ifadesiyle, lise son yılları ve üniversite döneminde kendini ispatlama şansı tanınabiliyor. Fakat ne yazık ki bizler bu dönemde daha çok korumacılık mantığı içerisinde otoriter olarak gençleri, baskı altında tutarak kendi istediği yönde değil ailenin veya otoritenin istediği yöne doğru yönlendirmekteyiz. Gencin isteği ile otoritenin isteği çakışmadığı zaman çatışma çıkıyor ve bunun sonucu olarak çoğu zaman genç bunalıma sürüklenebiliyor.





Ülkenin gençliği ailede dinlenilmediği gibi okulda ve üniversitede de dinlenilmez. Sen küçüksün bilmezsin, sen halen gençsin aklın ermez, sen sus büyüklerin var denir. Fakat büyük şirketlerin en etkin merkezlerinin başına gençleri getirdiğini biliyoruz. Fakat kamu ve üniversite yönetimleri gençlere nedense pek sıcak bakmamaktadır. Son dönemlerde bazı üniversite yöneticilerinin gençlerden oluşması sevindirici. Bugün gençliğin en dinamiklerinin ve genç beyinlerin toplandığı yerler, üniversiteler ve askeri kurumlardır. Buralarda da hiçbir zaman gençlik ile ilgili toplantı ve etkinlikler düzenlenmez. Yalnızca gençliğin enerjisinin deşarj edildiği faaliyetler ön plana getirilmektedir. Yalnızca eğlenin, ülkenizin sorunları ile büyükleriniz ilgilenir. Neden gençlerin kendi yeteneklerini tanımasına fırsat verilmez. Yetenekler yalnızca spor alanında değil, sanat, bilim, edebiyat ve politik alanlarda da olabilir. Bunların yapılması durumunda, genç gençliğini hisseder. Aksi halde genç yatar, ihtiyar kalkarız. 





Yine son yıllarda uyuşturucu kullanan tinerci gençlerin yarattığı ölümlere varan sorunlar konusunda peş peşe gelen birçok soruda, doğru sorular sorulmadığı için doğru cevap da alınamamaktadır. Gençliğin psikolojisi üzerindeki ailedeki otoriter eğilimler, eğitim sistemimizin çıkmaz sorunları ile toplumsal kültürümüz ve sokağın etkisinin yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir.





Ülkenin beka sorunu konuşulacaksa, tam da bu gibi durumlarda Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yalnızca her biri birer holdinge dönüşmüş spor kulüplerinin maçlarını düzenlemek ve kontrol etmenin ötesinde ülkenin gençliğinin ruhen ve bedenen sağlıklı gelişmesi konusunda ne yapabileceği araştırmalıdır.





Genç Sorumluk Sahibidir ve Kendisinin ve Ülkesinin Geleceğini Düşünendir





Genç aynı zamanda kendi sorumluluğunu bilen ve her olayda sorumluluk duyan genç başarılı olacaktır. Aksi takdirde geleceğinin nasıl olması konusunda şu ana kadar kendisine soru sormamış, ne yapmak istersin dendiğinde hele bakarız diyebilen, herhangi bir soru karşısında ne bilim diyen alternatifi olmayan gençler, genç değil ihtiyar gençlerdir. ‘Sürekli sorundan söz ediyor ve çözüm bulamıyorsan, sen de sorunun bir parçasısın’ diyen bilginin dediği şekilde kimlik sorunu olmayan genç kendini sorumlu tutan kişidir. Her olayda bir yurttaş olarak kendisinin de sorumluluğunu yerine getirmediği için sorumluluğu olduğu bilincini geliştirmiştir. Yetişkin birey ve genç herhangi bir olayda tavır alınması gereken yerde başkasından beklemek yerine tavrını net olarak ortaya koyar.





Bu şekilde yetişen gençler, kimlik bunalımı içerisinde bulunan kişiliklere dönüşmektedir. Bu tür kişiler sürekli şikâyet etmekte, yakınmakta, ağlamakta, sorumluluğun başkası tarafından üstlenmesini beklemekte, sorunların çözümünde sorumluluk almaktan kaçınmakta, fakat kendisinin yapması gerekenleri düşünmemekte ve yapmamaktadır. Bugün her düzeyde birçok yöneticinin benzer davranışları gösterdiğini görebilmekteyiz. Bu tür kurumların gelişmediği, zamanla dinamiklerini kaybettiği için verimsizleştiği ve bir süre sonra da işlemiyor diye elden çıkarıldığı noktasına gelinmektedir. Veya kurum küçültülerek kendi bulunduğu ortamla kıyaslanabilir duruma getirilerek küçük ayak oyunları ile başarılı gösterilerek kişiler ve kurumlar oyalandırılmaktadır. Tersi durumunda yaşı ilerlemiş olmasına rağmen üreten, soran, sorgulayan ve her olayda kendini sorumlu tutanları da hep ihtiyar delikanlılar olarak adlandırırım.





En önemlisi de bütün eğitim birimlerinin isteyip de başaramadığı, kendini yönetme gücünden yoksun bırakılan gençlik. Kendini yönetme gücünün temeli, kendini tanıma, denetleyebilme ve yönetmekten geçer. Kendini denetleme gücü ise nitelikli bir eğitiminden geçmekte olup bu beceri ilköğretimden çok orta öğretim ve üniversite eğitimi yaşlarında soyut düşünme becerilerin geliştiği dönemlerde kazanılır. Erdal Ataberk’e göre kendini yönetme gücü, güçlükleri kendi başına yenme, sorunlarını çözebilme gücüyle belirlenebilir. Kendini yönetme gücüne sahip kişiler aynı zamanda kendi kurallarını koyabilen, kendini yönetebilen, kendini doyumsuzluktan ve yetersizlikten kurtarabilen kişilerdir ki başarının gizini bulmuş kişiler olurlar. Bu bilinci kazanan ve kazandıran kişiler yaşamları boyunca daha rahat etmektedirler.





Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe hitabesinde; 'Gençler, Cesaretimizi güçlendiren ve sürdüren sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve kültür ile insanlık değerinin, vatan sevgisinin en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz... Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.'





Bu bağlamda 19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan cumhuriyeti oluşturma fikri ve girişimi bağımsız bir devlet olmanın varoluş mücadelesidir. 19 Mayıs Gençlik Bayramının temel omurgası olan bağımsızlık ve milli egemenlik düşüncesinin öneminin gençlere anlatılması gerekir. Bağımsız olmayan hiçbir toplum ve bireyin gerçek anlamda mutlu ve üretken olması beklenemez. 19 Mayıs aynı zamanda egemenliğin milletin iradesine bağlı olduğunun işaretidir. Bu bağlamda iradesi, enerjisi, ütopyası ile geleceğe koşan gençlerin başlattığı Kurtuluş Zaferi emaneti gençlik tarafından doğru anlaşılmalı ve sahip çıkılmalıdır.





Gençlerimizin ve kendini genç hissedenlerin Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun. Ülkemizi yarınlara taşıyacak, damarlarında asil kanı coşan gençlik, kendi yarınını, kendi bilinci ve bilgisinin yanında sorumluluk duygusuyla kuracaktır. Gençlere güveniyorum.  





İbrahim Ortaş, iortas@cu.edu.trhttps://www.facebook.com/iortas,





Twitter İbrahim ORTAŞ ‏@iortas; instagram; iortas2018



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°