GÜN GELİP ÇATTIĞINDA YA DA ŞİDDET...
Manşet Haber 28.11.2020 02:21:59 0

GÜN GELİP ÇATTIĞINDA YA DA ŞİDDET...

GÜN GELİP ÇATTIĞINDA YA DA ŞİDDET...


/1

Onyedi Kasım tarihi göz önüne alınarak başlatılan “yapılandırma”, vergi dairelerine/ SSK’ya borcu olanları ne denli sevindirdi; belirsiz!

Borçlu olan “esnaf”, gücü olsa/ ödeme olanağı bulunsa ne savsaklayacak, ne de geciktirecek!

Vergisini ödese/ SSK primi,

SSK’yı ödese/ Bağ-Kur primi,

Bağkur’u ödese/ elektrik, su, doğalgaz, öğrenci masrafları, mutfak gereksinmesi…

Hep bir yerde açık…

Bu koşullarda “tüm” borçlarını zamanında ödeyebilmesi için “yemesinden/ doymasından” ödün vermesi gerek!

“Yeme/ doyma” öyle “kuş sütü eksik” sofra anlamında değil; kahvaltıda peynir, zeytin, yumurta, bal ürünlerinden yalnız bir/ ikisiyle yapılan…

Ekmeği “tek” katıkla, “yokluğu var eyleyerek” ne denli beslenmekteyse…

O denli yerken, o denli doyarken “bunlardan” da uzak kalması demek, borçlanmaması demek…

Peki o çabanın, peki yaşam için verilen o uğraşın karşılığı…

Onların hiçbirinin hesabı bile yok!

Sonuç olarak, gelişmeler ne olursa/ olsun “üzerine düşen” ödeme görevini yerine getirmediği için borçludur/ borçlanmıştır!

Covid 19 sürecinde, bilim insanları/ sağlık emekçileri gırtlaklarını yırtarcasına “salgın, bağışıklık sistemi güçlü olmayanları, solunum/ akciğer rahatsızlıkları olanları daha çok etkiliyor” derken…

Yine dünyanın önde gelen “otoriterler” isimlerin “beslenme yönünden geri kalmış/ yoksul ülkeler daha uzun süre etkilenecek” sözü dillenirken…

İnsanların “daha iyi beslenmesi” gerektiği bilinmesi gerekirken…

Biz ne yaptık biliyor musunuz; hem de günlerdir “bayram havası” estirerek…

Covid 19 sürecinde “bir başına” bırakılan/ ödeme/ geçinme zorluğu yaşayan dar gelirli esnafın, biraz daha daralması için kapılar aralanmasına tanık olduk!

Tamam, yarın “yapılandırma” için kurum kapılarında birikilecek, işlemler yapılacak, taksitler oluşturulacak…

Ya günü gelip çattığında…



/2

“Kapılarda birikmek” derken…

Covid 19’u yenme aşkına söyleyin; hastane kapılarında birikmenin, yığılmanın, grip aşısı istemenin, bir başka deyişle bunca “telaşın” nedeni yurttaş mı?

Bazılarının “on gün/ onbeş gün karantina” dedikleri gibi, medyada “üç gün” covid 19 yayını yapılmasa “inanın ki” bundan daha başka olacak!

Günün her saatinde haber içlerinde, magazin soytarılarının şımarık tutumlarının yer aldığı izlencelerde, ekonominin konuşulduğu platformlarda, siyasilerin polemiklerinden geçilmeyen zamanlarda covid 19 için “telaş” oluşturacak o denli çok sözler duyuluyor ki…

Hiç kimse söylemese, sokaktan duyduğundan başka bilgisi olmayan “ekran yüzleri” konuşuyor…

Belirti diye sayılan “en küçük” olgu, yurttaşın hastane kapılarını test için zorlamasına, yığılma oluşmasına, virüs riskinin artmasına neden oluyor!

Hastane kapısında bekleyen, “kendine” yetki verilen, “şu sayıyı aşmadan içeri al” uyarısını alan görevli kış ayının soğuğundan/ soğuk havanın hastalığın sayılımındaki etkisinden ya habersiz, ya da umarsız…

Kuyrukta bulunanlar arasında “gerçekten” virüs olgusunu taşıyanlar da var, salt mevsimsel kırgınlık nedeniyle oralara koşanlar da var, tanıdığı birinin test sonucunun pozitif çıkmasının ardından/ kendinde de olma olasılığını öğrenmek için orada bulunanlar da…

Tüm bunlara gerek var mıydı, her tür olguda “acaba pozitif miyim” kuşkusuna düşmenin gereği var mıydı, neden “böyle” dolduruluyor/ “böyle” doldurulmayı da sürdürmekteler?

Covid 19’a gelinceye değin “grip” olan birinden uzak durmak gerekmiyor muydu, “bulaşı’ olasılığı taşımıyor muydu; aklımızda “oynanması/ telaşa kapılınması” için düğmeye basılmış gibi…

“Telaşa” şiddetin dokunması da yakın…



/3

“Şiddet” denilince akla çocuk geliyor, kadın geliyor, güçlünün/ güçsüz üzerindeki zorlaması geliyor, sokak hayvanına verilen acılar geliyor…

Hepsi bir “güç” zorlaması değil mi?

Öğrencinin eğitimden “geri” bıraktırılması, çalışanın işinden olması, insanın evine ekmek götürememesi, esnafın borcunu ödeyememesi, emekçinin çocuğuna şeker verememesi…

Bunların “hepsinin” sonunda “şiddet” olgusu ortaya çıkmıyor mu?

“Kadına vurulan her yumrukta, saplanan her bıçakta, atılan her kurşunda toplum yara almaktadır” deniyor ya; her eğitimden koparılan öğrencide, her işinden kovulan işçide, her evine ekmek götüremeyen işsizde, her borcunu ödeyemeyen esnafta, her çocuğunu sevindiremeyen emekçide “şiddet” yolları zorlandığından dolayı “toplum yara” almaktaydı!

“Şiddetin” bir başka boyutu hastanelerde yaşanıyor! Hastasına yer bulamayan, hastasında “iyileşme” görmeyen, hastasına “gereken tanı” uygulanmadığı kanısını taşıyan yakını “şiddetten” geri durmuyor!

Covid 19 sürecinde “şiddet” olgusunun derinliği de görülüyor!

“Şiddet” denince, öyle yaşanmış/ şu an yaşanan öyle derinlikler akla geliyor ki…

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°