GUTENBERG, MÜTEFERRİKA, BİLİM VE ÖZGÜR DÜŞÜNCE
Manşet Haber 8.07.2020 00:24:50 0

GUTENBERG, MÜTEFERRİKA, BİLİM VE ÖZGÜR DÜŞÜNCE

GUTENBERG, MÜTEFERRİKA, BİLİM VE ÖZGÜR DÜŞÜNCE






Aslında, Matbaanın icadı M.S. 593'te Çin’e kadar uzanır ama modern anlamda matbaayı bulan  Johannes Gutenberg’dir. Matbaanın icadı basit bit olay değildir. Kitapların hızla basılabilmesi,  özgür düşüncenin yayılmasını, bilimsel araştırmaların gelişmesini ve reformların hızlandırılmasını sağlamıştır.





Gutenberg’in kullandığı yöntem, önceleri tahtadan, daha sonraları bir kurşun alaşımından yapılan dökme harflerin, baskıdan sonra başka bir yazıda kullanılmak üzere saklandığı bir basım yöntemiydi. O dönemde kitaplar ya doğrudan elle yazılır, ya da her harf için ayrı ayrı elle oyularak hazırlanan tahta bloklar kullanılarak kitaplar basılırdı.





Gutenberg her harf için ayrı ayrı kalıplar hazırladı. Bu kalıplara sıcak metal sıvı dolduruluyor ve harflerin metal örnekleri çıkarılıyordu. Basımcı metal harfleri istediği gibi dizebiliyor, basımdan sonra saklayarak yeniden kullanabiliyordu.  





Gutenberg çalışmaları ve deneyleri için para bulmak zorundaydı. Jochann Faust isimli bir zenginle ortaklık kurdu. 1455'te, bastıkları ilk kitap Latince bir kutsal kitaptı: Gutenberg Kutsal Kitabı ya da Mazarin Kutsal Kitabı 42 satırdan ibaretti.





Gutenberg borcunu ödeyemeyince, 1457’de Faust'la olan ortaklıkları bozuldu. Faust bütün araç ve gereçlerine el koydu.





Daha sonra Konrad Humery adlı bir memurun sağladığı para ile yeni bir baskı makinesi kuran Gutenberg, bir dilbilgisi kitabı, bir sözlük ve başka bazı kitaplar bastı. Ama hep zorluklarla boğuştu. Son yıllarda gözleri giderek bozulan ve iyice yoksullaşan Gutenberg'i Başpiskopos Nassau Kontu sarayına aldı ve geçimini üstlendi.





15. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa'daki matbaa sayısı 1000'i geçti. Artık kitaplar hızla basılabiliyordu. Bu kitap fiyatlarının düşmesini, dolayısıyla okur-yazar sayısının artmasını sağladı. Kitabın ve kitap okumanın yaygınlaşması, özgür düşüncenin doğmasına, bilimsel çalışmaların gelişmesine ve bilginin daha geniş kesimlere ulaşmasına, reformların hızlanmasına yardımcı oldu.  





Osmanlı’da halk matbaaya karşı direniyordu. Sebepleri bir başka yazı konusu. Ama diğer yandan azınlıklar kurdukları matbaalar ile kitap basıp yayıyorlardı. İspanyol zulmünden kaçarak, Osmanlı Devleti’ne sığınan Museviler, yanlarında matbaa makineleri getirmişlerdi. Akıllı insanlardı; geleceği görmüşlerdi. Getirdikleri makine değil, kültürdü.





Matbaanın topraklarımıza gelmesi yaklaşık üç asır gecikmişti. Çünkü, dinsel bağnazlık, sayıları 90 bini bulan Hattat ve Yazıcılar işsiz kalma korkusuyla çağın bu teknolojisini sürekli engelledirler.





Arap harfleriyle ilk kitap 1514 yılında, ilk Kur’an basımı ise 1640 yılında İtalya’da basıldı.   





III. Murat, 1588 yılında, İtalyan tüccarların baskısıyla, gümrük parası ödemeden ülkeye kitap sokmak ve satmak izni verince, matbu eserlerin sağlanması meşru hale geldi. 





1727’de İbrahim Müteferrika evinin alt katında matbaasını kurarak çalışmaya başladı. Sadece dini kitapların basımına izin veriliyordu. Ama o, din dışı eserleri basmak için can atıyordu  Hayatı boyunca toplam 17  kitap basabildi. Bunlardan 11’i tarih 3’ü dil ve sözlük, biri mıknatıs, biri coğrafya ve biri de toplumsal eleştiri konuludur.  





SİZ DE,





  • DÜNYANIN GUTENBERG’E, BİZİM DE MÜTEFERRİKA’YA NELER BORÇLU OLDUĞUMUZU DÜŞÜNMÜYOR MUSUNUZ?




GERÇİ





  • BASILMAMIŞ KİTABIN YASAKLANDIĞI, KİTAP YAZANIN HAPSEDİLDİĞİ BİR ÇAĞDA YAŞAMANIN UTANCINI DA TAŞIYORUZ AMA, BUGÜNLERİN  GEÇECEĞİ İNANCINI DA HEP YÜREĞİMİZDE TAŞIYORUZ.






YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°