Hacı Bektaş Veli’nin ilk romanı: ŞAHDİZ
Manşet Haber 24.09.2012 10:09:38 0

Hacı Bektaş Veli’nin ilk romanı: ŞAHDİZ

Hacı Bektaş Veli’nin ilk romanı: ŞAHDİZ

Yazar Kemal Derin, “Şahdiz/Aşkın Hünkarı Hacı Bektaş Veli” romanını 5 yılda Hacı Bektaş’ın yolunu izleyerek 5 yılda tamamladığını söyledi
ADANA-Yazar Kemal Derin’in Hacı Bektaş’ın aşka büyük yolculuğunu anlattığı “Aşkın Hünkârı Hacı Bektaş Veli/Şahdiz” adını verdiği romanı Destek Yayınları tarafından yayınlandı ve kitapçılarda yerini aldı.
Kemal Derin, Türkiye genelinde tüm kitap evlerinde satışa sunulan Şahdiz romanının öyküsünü hazırlama fikrinin 2007 yılında Nevada’nın Reno şehrinde bir sohbet sırasında çaktığını ve 2008 yılının Nisan ayından itibaren yazmaya başladığını söyledi. Derin, “Hacı Bektaş Veli’nin 800. doğum yılına, 2009’a yetiştirmeye çalıştım. Zira 1209 yılının üzerinden tam 800 yıl geçmişti. UNESCO 2009 yılını ‘Hacı Bektaş Veli Yılı’ ilan etmişti. Dolayısıyla 2009’da yayınlanması bir armağan niteliği taşıyacaktı. Ancak yola çıktıktan sonra; menzile varmanın ne kadar zor olduğunu fark ettim; ihtiyaç duyduğum kaynaklara çabuk ulaşmam mümkün olmadı.” dedi.
Elde ettiği kaynakların, halkın yüzyıllardır dilden dile, söyleye anlata geldiği biçimine uygunluğunu denetlemek, kaynakların güvenilirliğine, birbirine zıt görüşlere ve bu görüşler ya da tezler arasında tercih yapmanın kolay olmadığını belirten Kemal Derin, “El vurduğum denizde hayli zaman bocalayıp durdum ama yalnız başıma da olsam yönümü bulmam gerektiğini biliyordum. Aksi durumda, başlamadan bu serüven bitecekti. Onun da ayırtındaydım. Yönümü bulduktan sonra, nihayet aradığım gemiye binebildim. Sonuçta o gemi beni gitmem gereken limanlara sağ salim ulaştırdı. Elinizde tuttuğunuz bu roman; o isimsiz geminin güvertesinde, uğradığı her limanda, köpüklü dalgalarının serinliğinde, başucumdan hiç ayrılmayan martıların koruyucu kanatlarının altında biriktirilen sözcüklerin bir araya getirilmesi sonrasında yazıldı.” şeklinde konuştu.
Yazar Kemal Derin, romanı hazırlarken Hacı Bektaş’ın yolunu izleyerek Nişabur, Yezd, İsfahan, Şahdiz, Şiraz, Kazvin, Alamut, Laleş, Şam, Masyaf, Adana, Afşin, Amasya, Haraşna ve Hacıbektaş’ı dolaştığını, gittiği her yerde Hacı Bektaş’ın izlerini sürdüğünü ifade etti. Kemal Derin bu yolculuğu da şöyle anlatıyor:
“Yolumuzun dört kapısı bulunduğunu anlatarak... Bu kapıların onar da makamı bulunur canlar. O makamlar birer birer çıkılır, tıpkı merdivenin basamakları gibi. İlk basamağı geçmeden, takip eden basamağa geçilmez. Bir basamak atlanarak, takip eden basamağa basılmaz. Basarsa o ayak topal olur. Topal ayakla kırk basamak çıkılmaz, çıkılırsa da öze dokunulamaz!” Ummandan süzülüp gelen sözlerine ara verip etrafı aydınlatan çerağları süzdü. “Öze dokunmak için ilk kapımız şeriat kapısıdır. Bir dergâha, bir mürşide bel bağlayın. Yola girip yolun bütün kurallarına uyacağınıza mürşidin huzurunda söz verin. Yani ikrar verin. Siz siz olun verdiğiniz ikrardan dönmeyin. Verdiğiniz ikrar sizi gönül yoluyla Hakk’a ulaştırır.”
“Bu kapının ikinci makamı: Her şeyin başı ilimdir. İlimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. İlmin gösterdiği yoldan ayrılmayın. Cümle âlem ilimden ayrılsa bile siz yine de ayrılmayın. İlim öğrenin, öğretin. Unutmayın ki ilim şehrinin kapısı, Şahı Merdan Ali’dir. O kapının dışında, başka kapılara heves etmeyin.”
“İsteyen istediği şekilde ibadet etsin. Ama ibadet ederken şekilden uzak dursun. Hatta şekil, öze perdedir. O perdeyi kaldırıp atın. Özünüzle Hakk’a bağlanın, dizlerinizle değil. Dilinizle bağlanıp da, özünüzle bağlanmamışsanız, o ibadetiniz geçersizdir. Özü özden, teni tenden, canı candan ayırmayınız.”
“Bütün yaratılmışlarla kardeş olun. Onları Hakk’ın emaneti bilip gözünüz gibi koruyun. Canlıya, cansıza sevecen ve eşit davranın. Bilin, hepsi aynıdır! Aynı özün parçalarıdır. O parçaları ayırıp yok ettiğinizde asıl özü, birlik içinde gördüğünüz Hakk’ı yok edersiniz. O vakit kendinizi yok etmiş olursunuz. Âdem’in neslini yok etmeyin, yok etmek isteyene de izin vermeyin! Dokuzuncu makam: Hakk’ın bir parçası olduğunuzu unutmayın. Ona layık aş yiyin ve giyinin. Hem kendinizi hem de çevrenizi arıtın. Çünkü arifler hem arıdır hem de arıtıcı. Gönül bilgisi yoluyla gerçeği yakalayın. Son makam da Nefsinize sahip olun, gerektiğinde ona gem vurmaktan çekinmeyin. Bir o kadar da iyiliği büyütüp etrafınızda yeşertin, tıpkı bir gül bahçesini yeşertir gibi…Bu makamları geçen anca ikinci kapımız olan tarikat kapısına ulaşır. Kapıyı çalınca içeriye kabul edilir. O kapı öyle bir kapıdır, gelenleri tartar, biçer, pişmiş ise alır mihman eyler. Pişmemiş ise geri çevirir. Kapıyı yüzüne kapar. Hamlıktan çıkıp gelinceye kadar izini sürer.”
“Hamlıktan çıkmak için ikinci kapımız; tarikat kapısıdır. Mürşit, dört kapı, kırk makamı geçip olgunluğa erişen kişidir. Ondan el alın. Aldığınız ele layık olun. Bu kapının ikinci makamı: Bir mürşide bel bağlayıp mürit olun. Az konuşup çok dinleyin. Mürit olma, yol, erkân öğrenmedir. Yolu, erkânı mürşidinizden öğrenin. Girdiğiniz yoldan dönüp, döneklere katılmayın. Mürşidi olmayan yola, erkâna, ceme sığmaz. Sığmak isterseniz mürşide bel bağlayın!”
“Ne saç ne de libas insanoğlunu dişi, erkek diye ayıramaz. Bu makam, kadının dişiliğini, erkeğin kişiliğini yok edip bir can olma makamıdır. Cümle canları bir bedene sığdırın. Onları aynı görün. Dördüncü makam: Nefsinizi yenin, benliğinizi kırın. Benliği kırma yolunda, hizmetten ve Selman gibi dilenmeden geri durmayın. Yoksa iflah olmazsınız. Beşinci makam: Her daim yoksullara hizmet edin. Kendinizi cümle canların sevincine gark edin. Mutluluğu bu yolla arayın. Altıncı makamda canlar; Haksızlığın karşısında durun. Hem de dimdik! Asla boyun eğmeyin. Hakk yolunda yürürken, gerçeğe kavuşurken insanın iç güzelliğinden, özünden uzaklaşmayın. O iç güzellik, öz, haksızlığa karşı koymadır. Haksızlığa karşı koyan, mazlumdan yana olan cana aşk ola!”
“Kutsal gerçeğe bir gün mutlaka ulaşacağınızı aklınızdan çıkarmayın. Umudunuzu her daim diri tutun. Etrafınıza her daim düş satın, yorulduğunuzda düş alın. Öylece yılgınlığı yeryüzünden silin gitsin. Sekizinci makam: Her şeyde Hakk’ın bir himmeti vardır. Bunu akıldan çıkarmayın. Gördüklerinizden ibret alın. Aynısını siz de yapmayın. Dokuzuncu makam: Nasihat almayı ufaklık, zafiyet sanmayın. O bilakis büyüklük, güç ve kuvvettir. Muhabbetten kaçınmayın. Muhabbetten can doğar. Ölü bedenler bile muhabbet testisinden içtiği suyla yeniden hayat bulur. Son makam ise; aşk, şevk ve Hakk’ın maldar oluşu karşısında kendinizi fakir, fukara hissedin. Tarikat ehli can bir âşıktır. Hem de Hakk yolunda yürüyen deli divane bir âşık! Bir damla suyken büyücek bir göle dönüşendir. Hakk’ın özüne giren, kendisini Hakk’ta, Hakk’ı kendisinde görendir. Aşk bolluktur. O bolluktan uzak durmayın!”

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°