HEP ÖZGÜRLÜK İÇİN SAVAŞTI AMA MEZARI BİLE YOK

HEP ÖZGÜRLÜK İÇİN SAVAŞTI AMA MEZARI BİLE YOK

Thomas Paine, akıl çağının ışıklarından biri. Bundan 250 yıl önce, “İnsan hakları, ortak akıl-sağduyu, akıl çağı” diye çırpınan insan. Onu yok etmeye çalışanlar ise süslü mezarlarında yatıyor.
Paine, sıradan olmayan bir zekâya sahip, sıradan bir insandı ama sıra dışı bir yurttaş, yani sivildi. Aydınlanma, devrim ve yeni demokratik devlet yapılanmalarının başlangıcıydı. Çürüyen yapıların, geleneklerin, göreneklerin, düşünememelerin, kuşkunun, sorgulamanın dışlandığı, inançlar hapishanesindeki kilitleri açacak anahtarlar sunuyordu, Paine.
Soylu, eğitimli biri değildi. Lider olmak gibi bir düşüncesi, hırsı da yoktu. Ama girip çıkmadığı iş kalmamış, hayatı her yönüyle tanıyan bir deneyim deposuydu. Fransız Devrimiyle yeni bir çağın başladığını sezmişti. Köleliğin kaldırılmasını, eşitlik, özgürlük ve adaletin egemen olmasını istedi. Özellikle din ve devlet işlerinin ayrılması ve bunlar adına yapılan zorbalığın kaldırılmasını savundu. Hep yüksek sesle düşündü. İtaatkâr değildi.
Önce halk, ulus adına kullanılan sahte tanrısallık maskelerini indirmeye girişti. İdeali cumhuriyetçi demokrasi düzeniydi. Aldığı sıkı dini eğitime rağmen, “Dogmalar olmadan hayat mümkündür,” gibi inançları sarsan düşünceler içindeydi. Savaştığı din ve dindarlık değil din tüccarlarıydı. imparatorluklardan yana değildi. Ulusların kendi kaderini kendilerinin belirleme hakkına sahip olmasını istiyordu. Devlet yönetiminin tek bir kişinin elinde olmasını istemiyordu.
Jakobenler iktidarları önünde en büyük engel olarak Paine’i görüyorlardı. İtidara geldiler ilk işleriPaine’in vatandaşlığını iptal etmek ve yasama dokunulmazlığını kaldırmak ve İngiliz ajanı gerekçesi ile tutuklamak oldu.
Tutukluluk yıllarında yaşam ile ölüm arasında sadece kıl payı kadar fark olduğunu gördü. hapisteyken Akıl Çağı kitabının ilk bölümünü yazdı. Pek çok insanın aklını yitirdiği ya da aklın egemenliğini din, inanç tefeci bezirgânlarına teslim ettiği böyle bir ortamda, o aklın bağımsızlığını, özgürlüğünü ilan etti. Yaratıcının kitaplarda değil, doğada aranması gerektiğini; İncil’in yaratıcının konuşmaları olamayacağını ileri sürdü.
Tarımsal adalet ile sosyal devlet çağrısı yaptı. Avrupa’da geçici barış günleri doğunca, 15 yıl sonra Amerika’ya dönebildi. Akıl, duygu ve durum sağlığı yerindeydi ama bedeni çökmüştü. Arkadaşlarının mal varlığını korunduğunu öğrenince çok sevindi. Jefferson’dan Avrupa’daki çabalarından ve çektiklerinden dolayı sıcak bir karşılama beklerken, hayal kırıklığına uğradı. Gücü ele geçirenler gücün tutsağı olmuş, gücü değiştirmek adına geldikleri noktada, gücün değişimine uğramışlardı. Muktedirlerin maskeleri düşmüş, gerçek yüzleri, ortaya çıkmıştı.
En büyük sorun Akıl Çağı kitabında topa tuttuğu dindarlık değil, dincilikti. Dönüşüne sadece deist cumhuriyetçiler sevinmişti. Artık mezheplerin saldırdığı bir hedefti. Cumhuriyetçiler artık dini görüş olarak aynı safta sıraya geçmeyenlere kapıları kapamıştı.


Giyotinden kurtardığı aklı yeniden başkaldırdı. Vazgeçmesini bekledikleri deist görüşlerini savunmak ve yaymak için halka açık sekiz mektup yazdı. Kraliyet sözleşmesinin yerine anayasal düzenlemeler getirilmesine ön ayak oldu. Bir kaşık suda boğabilecekleri Paine’i yaşayan bir ölüye dönüştürmek isteyenler onu ekonomik olarak çökerttiler. Jefferson’dan İngiltere veya Fransa ile barışı sağlama, ilişkileri normalleştirme için uygun bir görev istedi. Hem dünyaya hem de kendine soluk aldırmak istiyordu. Jefferson cevap bile vermedi.
Yokluk içinde öldü. Hiçbir Hristiyan kilesi cenazesini kabul etmedi ve kendi çiftliğindeki bir ceviz ağacının altına sadece altı arkadaşının şahitliği ile gömüldü. Ölümünden on yıl sonra bir hayranı ondan geride kalanları ve mezarını, kemiklerini İngiltere’ye götürmek istedi. Taşıma sırasında her şey kayboldu. Artık yattığı bir mezarı bile yoktu.
FİKİRLERİNİN 250 SENE SONRA SAYGI GÖRMESİ HOŞ BİR ŞEY
• AMA İNSAN YAŞARKEN DE DEĞERİNİN BİLİNMESİ İSTER, DEĞİL Mİ?






25.04.2024 BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

İfral TURGUT

25.02.2021 23:10:19

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI