İktidarın halkın uyarılarını dikkate almaması kaygılarımızı artırıyor
Manşet Haber 6.06.2013 15:16:56 0

İktidarın halkın uyarılarını dikkate almaması kaygılarımızı artırıyor

İktidarın halkın uyarılarını dikkate almaması kaygılarımızı artırıyor

Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu, Taksim Gezi Parkı direnişiyle başlayan barışçıl protesto gösterilerinin, siyasal iktidarın anti demokratik otoriter tutumunu inatla sürdürmesi ve polisin aşırı şiddet kullanmasına tepki gösterdi.

emo_antakyaElektrik Mühendisleri Odası 43. Dönem Yönetim Kurulu toplantısı Hatay’da yapıldı. Taksim Gezi Parkı ile başlayan olayları görüşen EMO yönetim Kurulu, yaptığı yazılı bir açıklamada,  eylemlerin ülkenin dört bir yanına yayıldığı ve10 gündür bir özgürlük direnişine tanıklık edildiği ifade edildi. Açıklamada şu görüşlere yer verildi:

“Bu direniş, kendinden olmayanı yok sayan, çizilen tek tip insan profiline girmeyeni ötekileştiren, her tür hak talebini yoğun baskı ve şiddetle susturmaya çalışan, savaş politikalarıyla yaşam hakkını yok sayan, insanları yaşam tarzlarından dolayı aşağılayan, gündelik hayatın her noktasını kendi ideolojisine göre dizayn etmeye çalışan AKP iktidarına karşı halkın var olma halidir.

Ülkemizin yaşamakta olduğu bu kritik süreçte, Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu olarak Antakya’ya gelerek meslektaşlarımızla ve Antakya halkıyla buluştuk. EMO Yönetim Kurulu olarak halkın protestolarının her yerde sürdürüldüğü bu süreçte, Antakya’da toplanmamızın özel anlam ve önemi bulunmaktadır.

AKP iktidarının uzun bir süredir yürüttüğü tehlikeli ve tedirgin edici ülke içi politikaların yanında, akıl almaz dış siyasetinden de özel olarak etkilenen Antakya halkının yerel ve özel sorunlarını yerinde görmek ve bu sorunlara dikkat çekmek istiyoruz.

İktidarın son dönemlerdeki politikalarının merkezine oturtmuş olduğu mezhepçi söylemin, özellikle Alevi yurttaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı bölgelerde haklı bir tedirginlik ve endişeye yol açtığını görüyoruz. Aynı mezhepçi yaklaşımla belirlenen komşumuz Suriye’ye yönelik savaş politikalarıyla birlikte ele alındığında, AKP iktidarının maceralarının Antakya’yı yaraladığına ve derin acılara sevk ettiğine tanıklık ediyoruz. Bütün ülkede bizzat iktidar eliyle yaşatılan ayrımcı politikaların, Antakya halkını daha da derinden tedirgin ettiği ve gelecekleri açısından endişelendirdiği bir ortamla karşı karşıyayız.

Antakya’da görüştüğümüz meslektaşlarımız ve yurttaşlarımızın tedirginliğinin, iktidarın baskıcı uygulamalarının ötesinde, Suriye’de yürütülen anlamsız savaş politikasının somut uzantısı olan El Kaide unsurları ile savaş araçlarının bölgedeki varlığından, ayrımcılığın körüklenmesine yönelik gerçekleştirilen ve onlarca yurttaşımızın ölümüne neden olan saldırılardan, aralarında iki metropolitin de bulunduğu insan kaçırma olaylarından, kamu görevlilerinin halka yönelik uzlaşmaz tutumlarından dolayı daha da katlanarak büyüdüğüne tanıklık ettik.

Antakya’daki uygulamaların, kamu ve özel sektörde çalışan yurttaşlarımızın iş yaşamındaki konumlarına kadar ayrımcılık uygulanması şekline dönüştürüldüğünü, kamu kurumlarında uygulanan ve AKP’li olmayanların dışlanmasına yönelik çalışma anlayışının Antakya yöresinde özel sektör kurumlarında da olağan çalışma yöntemi olduğunu, kurumlarda kendilerinden olmayanlara dönük uygulamaların ağır ve sistematik bir mobbing şekline dönüştüğünü gördük.

Elektrik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu olarak, Reyhanlı’da gerçekleşen ve kamuoyunda pek çok soru işareti barındıran saldırı olaylarında yaşamını kaybeden 52 yurttaşımızın ve barışçıl protesto gösterilerinde polisin uyguladığı aşır şiddet sonucu yitirdiğimiz Abdullah Can Cömert’in ailesine, yakınlarına ve tüm Antakya halkına baş sağlığı diyoruz. Ayrıca bu olaylar sırasında yaralanan tüm yurttaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Antakya’da ülkemiz adına büyük bir umut kaynağı oluşturan gözlemimiz ise AKP iktidarı tarafından özel olarak yürütülen tahrik edici politikalara karşı, Antakya halkının bütün sağduyusu ile hiçbir oyuna gelmemeye dönük özel ve özenli çabasıdır. Başta siyasi iktidar olmak üzere, tüm kamu kurumları ve kamu görevlilerini, Antakya halkının endişelerini görmeye, ayrımcı ve tahrik edici politika ve uygulamalardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Bir hoş görü kenti olan Antakyamızın acilen savaş unsurlarından arındırılması, halkın yaralarının sarılması, yurttaşlarımız arasında zaten var olan dostluk ve kardeşlik duygularına uygun bir havanın hakim kılınması gerekmektedir. Aksi halde ülkemizin geleceği açısından onarılmaz yaralar açacak bu gelişmelerin tarihsel sorumluluğu, bu politikaları uygulayanların alnında bir damga olarak sonsuza kadar var olmaya devam edecektir.

Taksim direnişi sonrasında yurt çapına yayılan protestolarda AKP iktidarının uyguladığı savaş çığırtkanlığına karşı duruşun etkisi açıktır. “Reyhanlı’yı unutma” sloganlarıyla bu tepki ortaya konulurken, iktidarın halen halkın uyarılarını dikkate almaması kaygılarımızı artırmaktadır. Böyle bir ortamda tüm yurt çapında yaşanan haklı direniş, Antakya’da çok daha büyük bir anlam ifade etmektedir. Ancak bu gerçeği de görmezden gelen iktidarın sert müdahaleleri sonucu Abdullah Can Cömert yaşamını yitirmiştir. İktidarın halkın kendini ifade etme özgürlüğüne saygı göstermesini, polis şiddetine acilen son vererek, haklı taleplerine yönelik somut adımlar atması gerekmektedir.”

 

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°