İŞ KAZASINDA ŞEHİT DÜŞMEK (!)

İŞ KAZASINDA ŞEHİT DÜŞMEK (!)






13 Mayıs 2014, Soma maden kazası.  301 işçi hayatını kaybetti, en az 88 işçi de yaralandı. Facia, Cumhuriyet tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası olarak kayıtlara geçti.





Facia, sosyal devlet anlayışının çok ciddi oranda yara almasına neden oldu. Ülkeyi yönetenlerin yüzünden suçluluk duygusu akıyordu. Ama hemen akabinde bildiğim kadarıyla dünya tarihinde bir ilk yaşandı ve ölen 301 madenci devletin en yetkili kişilerince şehit ilan edildi.





Bartın/Amasra maden faciası, 14 Ekim 2022 tarihinde Türkiye Taşkömürü Kurumu maden ocağında gerçekleşti ve yeraltındaki 110 işçiden 42 si yaşamını yitirdi. Bu kazada ölenler de şehit ilan edildi.





Bu sürecin en komik, en kötü yanı ise, kazada ölenleri çağdaş, demokratik, laik, emekten yana olduğunu savunan CHP nin ve başındaki Bay Kemal’in de şehit ilan etmesi idi.





O halde gelin, Türk Dil Kurumu sözlüğündeki şehitlik kavramını biraz irdeleyelim.





Şehit: Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda ölen kimse.





Şehit Düşmek (Veya Olmak): Kutsal bir ülkü/inanç uğrunda ölmek.





Şehit Edilmek: Kutsal bir ülkü veya inanç uğrunda öldürülmek.





Bu tanımları şimdilik bir yere not edin.





6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Kanunu der ki:





İşverenler işyerlerinde;





İSG konusunda, hiçbir bahane ya da gerekçenin arkasına sığınmadan, “ama”sız, “fakat”sız, tartışmasız her türlü önlemi almak zorundadır.





Yeter mi? Yetmez.





Her türlü önlem lafla alınmayacağına göre gerekli araç ve gereçleri de eksiksiz, noksansız bulundurmak zorundadır.





Yeter mi? Yetmez.





Alınan bütün önlemlere uyulup uyulmadığını sahada izlemek, gözlemek ve denetlemek zorundadır. Eğer önlemlere uyulmasında bir sıkıntı, eksiklik, savsama vb. varsa derhal müdahale edip bunları gidermek zorundadır.





Yeter mi? Yetmez.





Dünyanın tüm gelişmiş demokratik ülkelerinde “bilme hakkı” diye bir kavram vardır. Bu kavrama göre; işverenler, işe giriş öncesinde işçileri; işyerindeki tehlikeler, riskler ve bu risklere karşı alınmış ve alınacak önlemlerin ne olduğu, İSG konusundaki hak ve yükümlülükleri konusunda bilgilendirmek zorundadır.





Yeter mi? Yetmez.





İşverenler işçilere aşağıdaki durumlarda İSG eğitimi vermek zorundadır.





  1. İşe başlanmadan önce,
  2. Çalışma yeri veya iş değişikliğinde,
  3. İş ekipmanlarının değişmesi halinde,
  4. Yeni teknoloji uygulanması halinde,
  5. İş kazası geçiren/meslek hastalığına yakalanan çalışana işe başlamadan önce ek eğitim,
  6. Altı aydan fazla süreyle işten uzak kalanlara, tekrar işe başlatılmadan önce bilgi yenileme eğitimi.




Bu eğitimler çok tehlikeli sınıftaki işyerlerinde her yıl 16 saat, tehlikeli sınıftaki işyerlerinde iki yılda bir 12 saat, az tehlikeli işyerlerinde ise üç yılda bir 8 saat tekrarlanmak durumundadır.





İşverenler bu vb. görevlerini eksiksiz yerine getirdiği takdirde, işçiler de İSG konusunda alınan her türlü önleme uymak zorundadır. Ancak, işveren yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde işçilerin yükümlülükleri sanal olur, gerçekçi olmaz.





6331 sayılı İSG Kanunu, İSG risklerinden korunmak için aşağıdaki dokuz temel ilkenin yaşama geçirilmesinden işverenleri yükümlü kılmıştır:





  1. Risklerden kaçınmak.
  2. Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek (değerlendirmek).
  3. Risklerle kaynağında mücadele etmek (önlemek/yok etmek/elimine etmek ya da azaltmak).
  4. İşi kişilere uygun hale getirmek.
  5. Teknik gelişmelere uyum sağlamak.
  6. Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek (ikame etme/yerine koyma).
  7. Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma ortamı ve şartları, sosyal ilişkilerle ilgili genel bir önleme politikası geliştirmek.
  8. Toplu korunma tedbirlerine (önlemlerine), kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.
  9. Çalışanlara uygun talimatlar vermek.




İşveren sorumluluğu, bu kadar açık, somut ve net tanımlanmış.





Oysa maden işçisi ne diyor? 'Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin'





Yönetenler ne diyor? 'Birileri bize gene gülecek ama biz kadere inanırız, Bartın kaderdir, bu tür olaylar devam edecek.' “İş kazası bu işin fıtratında var, iş kazası kaderdir”





diyorsa eğer, maden işçisinin sözünü ettiği aşağıdaki ölüm de olasılıktan çıkar ve kesinleşir.





Bir an için iş kazasının kader, yani kaçınılmaz olduğunu varsayalım. Diyelim ki öyle.





O zaman soru şu?





Şehit düşmek ya da şehit edilmek varsa, mutlaka bir şehit eden de var mıdır? Vardır.





Peki kim ya da kimler bu işçileri şehit edenler?





  1. Gerekli iş güvenliği önlemlerini almayan ya da savsaklayan maden ocağının yönetimi mi?
  2. Maden ocağında gerekli denetimleri yapmayan devletin yürütme erkini elinde tutan hükümet mi?
  3. ‘Tedbirde aşırılık, Allah’a güveni sarsar’ diyen Diyanet mi?




Peki bu sorunun çözümü nedir?





Bu sorun; üç asli tarafın (devlet-işveren-işçi) eşgüdüm içinde kararlı çalışmalarıyla çözülür.





1. Devlet, yasal düzenlemeleri ve uyulması için her türlü denetimi yapmalıdır. Yasal düzenlemeler tamam. Peki ya denetim? Çok net söylüyorum, yapmıyor. Hem de bilerek, isteyerek yapmıyor. Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanlığı “proaktif ya da önleyici denetim” diye bir yol tutturmuş, kendini kandırıyor.





2. İşveren, yasal düzenlemelerin gereğini yapmalı, ayrıca teknolojik gelişmeler ışığında her türlü önlemi almalıdır. Peki alıyor mu? Sahada çalışanlara sorun.





Ayrıca niye alsın ki? Siz, “hayır ve şer Allah’tan gelir” diyerek ölenleri şehit ilan ederseniz, kader derseniz eğer, işveren niye tedbir alsın ki?





3. İşçiler ise işverenin aldığı tüm önlemlere uymalıdır.





Bu sorun; 'Risk gördüğüm yerde affetmem' diyen bir devlet, 'Risk gördüğüm yerde çalıştırmam' diyebilen işveren ve ILO/155 uyarınca gerekli güvenceler sağlandıktan sonra 'Risk gördüğüm yerde çalışmam' diyebilen işçi varsa çözülür.





Çözüm: “Güvenceli iş, Güvenli iş ve Geçinilebilir ücret” tir.





Gerisi mi? Laf-ı güzaftır.





07 Kasım 2022





Mahmut TEBERİK



Mahmut TEBERİK

7.11.2022 11:59:26

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI