Kaçak tarihi eserler müzede
Manşet Haber 8.02.2013 13:53:48 0

Kaçak tarihi eserler müzede

Kaçak tarihi eserler müzede

jandarma_teserAdana’da jandarma ekiplerinin operasyonunda ele geçirilen sikke, mühür, süs eşyası ve ok uçlarının da bulunduğu tarihi eserler Müze Müdürlüğüne teslim edildi.

Valilik’ten yapılan açıklamaya göre, Adana ve Ceyhan jandarma ekipleri Tatarlı Köyünde oturan K.Ü. isimli şahsın evinde kaçak kazı sonucu elde edilmiş tarihi nitelikte malzeme bulundurduğu duyumunun alınması üzerine, evinde arama yapıldı. Şüpheli K.Ü.’nün evinde yapılan aramalarda tarihi nitelikte olan 77 eski para, 2 eski madeni mühür, 16 eski süs eşyası obje, 36 eski metal eşya, 1 adet eski ok ucu ele geçirildi. Şüphelide bir adet de ruhsatsız tabanca elegeçiren jandarma, bu silahın da çalıntı olduğunu belirledi. Bu arada tarihi eserlerle birlikte 1 adet çift kırma ruhsatsız av tüfeği,1 adet ruhsatsız pompalı av tüfeği, 2 adet tarihi eşya arama dedektörü ve kulaklığı ele geçirildiği öğrenildi.

Yapılan açıklamada, ele geçirilen tarihi eserlerin Adana Müze Müdürlüğüne teslim edildiği, ruhsatsız tabanca, av tüfekleri, mühimmat ve arama dedektörlerinin Cumhuriyet Savcısının talimatı ile muhafaza altına alındığı, şüpheli K.Ü.’nin ise sevk edildiği adli makamlarca tutuklanarak cezaevine konulduğu bildirildi.

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°