KATİBİM
Manşet Haber 1.12.2021 22:36:48 0

KATİBİM

KATİBİM






Şarkıyı dinleyince aklımıza, bir genç kızın yakışıklı bir katibe seslenişi gelir. Oysa gerçek bambaşka… Bu tam anlamıyla  genç ve güzel yakışıklı) bir katibin aşağılanması dalga geçilmesidir.





Şarkının ilk kıtasını hatırlayalım:





“Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur.
Katibimin setresi uzun eteği çamur.
Katip uykudan uyanmış, gözleri mahmur.
Katip benim, ben katibin el ne karışır?
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır.”





İkinci Mahmut ordu mensuplarına Avrupalı kıyafeti giydirmiş, ancak sivil memurları    serbest bırakmıştı. Kırım Savaşı başlayınca, Abdülmecit bu kuralı İstanbul’daki  tüm sivil memurlara da uyguladı. Böylece memurlar cübbe ve şalvar yerine setre ve pantolon giymeye başladılar. Mutaassıplar bu durumu dillerine dolayıp, “Gavur taklitçiliği” dediler ve pantolonla sokağa çıkanlara sanki iç çamaşırıyla çıkmış gibi alaya aldılar. Hele genç ve eli yüzü düzgün katipler büsbütün dile düşürüldü. Horlandılar.





Selimiye kışlası hastane olarak gayrimüslim müttefiklerimizin emrine tahsis edilmişti. İstanbul’dan geçen İngiliz ordusunda bir de İskoç Alayı vardı; meşhur gaydaları ve pantolon yerine kısa etekleriyle İskoçlar, İstanbulluların pek tuhafına gitmişti. Halk bu garip kıyafetli yabancılara “Donsuz Asker” lakabını takmıştı.





İşte bizim Katibim türküsünün nağmeleri aslında bir İskoç marşının nağmeleridir. Bir İstanbul külhanbeyi, Üsküdar’daki Selimiye Kışlası‘na giden katiplere bakarak ve onların kıyafetleriyle eğlenmek için “Üsküdar’a gider iken,” diye başlayan “Katibim” şarkısını yazmış, ona beste olarak da donsuz askerler birliği için bestelenen marşın müziğini uygulamıştı.





Sonraları çalgılı küçük konsol saatleri çıktı. Bu saatler Türkiye’ye İskoçya’dan geldi. Fabrika bu güzel marşı saatin nağmeleri arasına yerleştirmişti. “Katibim Türkülü Saat” diye satılan bu saatten almayan İstanbullu neredeyse kalmamıştı.





Yani türkü katiplerle dalga geçen, eğlenen İstanbul külhanbeylerinin eseridir ve o neşeli melodisinin kökeninde de İskoçezgileri vardır.





OLSUN.





  • BİZ YİNE DE DÜĞÜNLERDE, BAYRAMLARDA “KATİBİM” DİYEREK ŞIKIDIM ŞIKIDIM OYNAYALIM.


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°