KILIÇDAROĞLU
Manşet Haber 11.10.2021 16:33:40 0

KILIÇDAROĞLU'NUN YENİ HEDEFİ

KILIÇDAROĞLU'NUN YENİ HEDEFİ

CHP'nin iktidar perspektifi değişmemekle beraber, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun kendisi için hedef güncellemesi yaptığını; amacının artık Millet İttifakı projesindeki partileri bir arada tutmak ve Türkiye'nin parlamenter sisteme dönüşüne önderlik eden siyasetçi olarak anılmak, tarihe bu şekilde geçmek olduğunu söyleyebiliriz.

Bu kanaati kuvvetlendiren son veri de KONDA'nın anketinden geldi. Buna göre CHP oy kaybediyor. Bu cümleyi öyle bir çırpıda yazarak ya da söyleyerek geçmemek lazım. Cumhuriyet tarihinin en derin bunalımının ortasında, ülkenin her karışından her türlü insanın cümleten iktidardan yaka silktiği bir ortamda ana muhalefet partisi hala oy kaybediyor.

Rakamlara bakıldığında İyi Parti'nin, CHP'yi oy fidanlığı gibi kullandığı ve ana muhalefet olma sınırına çok yaklaştığı da görülebiliyor. Bunu kamuoyuna açıklanan anketlerden çok daha önce gördüğü kesin olan Kılıçdaroğlu ise partisine oy kaybettiren ve iktidar hedefinden uzaklaştıran siyasi anlayıştan vazgeçecek politik refleksi göstermiyor.

Böyle düşünmesi ve davranmasının temelinde, ülkemizin bir numaralı sorununun Tayyip Erdoğan'ın tüm yetkileri tekelinde topladığı Cumhurbaşkanlığı, dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sistemi olduğu tespiti yatıyor pek tabii. Kılıçdaroğlu ve günümüz CHP'sinin sadece bu hedefe odaklanması ise, 40 yıldan bu yana uygulanan ve son 19 yılını Erdoğan'ın uyguladığı ekonomi politikalarına partide esastan bir karşı duruşun olmadığı, yalnızca bunun Erdoğan tarafından uygulanan biçimine karşı olunmasından kaynaklanıyor olmalı.

Gelişmiş ülkelerin tamamı, artık işlemediği kabul edilen bu ekonomik politikalardan uzaklaşırken, Türkiye'nin iktidara talip en büyük partisinin aynı eski masallarda ısrar etmesinin sebebi; siyaseti sadece Ak Parti'nin başarı ya da başarısızlıkları üzerinden değerlendiren, hedef politikalarını ittifakların belirleyiciliğinde oluşturan, medyaya, akademiye, sivil topluma nüfuz eden hegemonyanın dışında bir tercih üretemeyen bir fikri kuraklık ortamından kaynaklanıyor olabilir.

Tek liste olarak 'seçtirilen' parti meclisi ve bu meclisin içinden seçilen MYK üyeleri ile danışman kadrosunun bu fikri ortama ne gibi bir katkıları var, itiraz eden ya da edenler var mıdır bilemiyorum ama, açıktan bir kabul ile itirazın seslendirilmeyerek zımnen kabullenme arasında pek bir fark yok.

Kendi içerisinde zengin bir düşünce iklimi yaratarak bu iklimin meyveleriyle Türkiye'yi ileriye taşıyacak bir lokomotif olması gereken Cumhuriyet Halk Partisi'nin anlı şanlı tüm parti kurullarının, siyaseti gündelik olaylar ve bunların etrafında gelişen etki-tepki döngüsü üzerinden okudukları, politikayı tüm iktisadi ilişkilerden soyutladıkları; olayları ve olguları makro düzeyde analiz edemedikleri ya da ediyorlarsa da bunu yeterli düzeyde ifade edemiyor oldukları çok açık ortada.

Bir diğer seçenek ise, tüm bu saydıklarımın parti içinde küçük bir grup içerisinde yapılıyor olmakla birlikte dışarıdan herhangi bir görüşün veya genel olarak vatandaşın oy verme dışında yönetime katılması istenmiyor. Her halükarda partinin, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve hak arayışlı bir politik hattan uzak olduğu ortada.

CHP sözcülerinin buldukları her fırsatta vatandaşın yoksulluğundan söz etmesi, ne kadar işsiz olduğunu, ne kadar ihtiyaç kredisi ve ticari borcu bulunduğunu sayılarla/tablolarla ortaya döküyor olması, buna neden olan anlayışa ve bu sonuçların ortaya çıkmasına neden olan politikalara karşı oldukları anlamına gelmiyor.

Öyle olsa, sadece sonuçlara itiraz etmek, bunu 'tek adam rejimine' bağlamak yerine buna yol açan ekonomi politikalarını savunmaktan vazgeçerlerdi.

Bununla ilgili çarpıcı bir örnek vermek istiyorum;

CHP'nin ekonomistleri, Merkez Bankası ve yine IMF direktifleriyle yaratılan kurumların Erdoğan tarafından işlevsizleştirilmesini örnek göstererek, yaşadığımız bütün sorunları maliye ve finans politikalarına bağlıyor, tek çarenin de Merkez Bankası'nın bağımsızlığı olduğuna vurgu yapıyorlar.

Oysa bu mantık, aşağıdaki olaylar zincirini açıklamakta yetersiz kalıyor;

Türkiye, bugün Millet İttifakı tarafından kesin etkili tek çözüm olarak sunulan parlamenter sistemle yönetilirken ve bağımsız bir Merkez Bankası varken, daha 24 Ocak kararlarının yarattığı yıkımın dumanı tüterken 1988-1989 yıllarında iki yıl ortalama yüzde 1,5’luk düşük büyüme, 1991 krizinde yaşanan yüzde -0,3’lük durgunluk, 1999 Rusya kriziyle yüzde -3,5'luk daralma ve nihayet 2001 kriziyle yaşanan yüzde 5,7’lik daralmalar yaşadı.

Bunlar ve daha niceleri, sorunun Erdoğan'ın 'tek adam rejimi' uygulamasından daha derinlerde olduğunu ortaya koyan veriler.

Ekonomik krizlerin ardında sadece Erdoğanvari bir popülizm olduğu ve o giderse her şeyin güzel olacağı varsayımı, sorunun en hafif tabiriyle, esas nedeni olan yanlış kontrolsüz liberal politikalar olduğunu perdelemeye yarar. Yaşadığımız sorunları üreten aslında konya escort bayan sistemin ta kendisi.

Bunu örtüp suçu uygulayıcıya yıkmak, eğer kolaya kaçmak değilse, o sistemi korumanın başka bir şeklinden fazlası değildir. Bu ülke bu ateş çemberinin içinden yeni bir 2003 yılı AKP'sini başa geçirmek için mi geçiyor sahi?

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°