KİMSE BUNLARI BİLMEYECEK DENLİ “NANKÖRLÜK” YAPAMAZ!

KİMSE BUNLARI BİLMEYECEK DENLİ “NANKÖRLÜK” YAPAMAZ!

Yağa, şekere, et, süte, tüpe soluk alınmadan zam yapılmasına izleyici kalan “iktidarın”, emekçinin emeğinin karşılığına” nasıl gözlerini yumduğunu/ kulaklarını tıkadığını/ umursamazlığını “görmüyorum” diyenlere sözümüz olmalı…
Aklı başındaki herkes Şeker Bayramı’ndan bu yana asgari ücretin alım gücünü yitirdiğinden, yeni bir “zam” yapılmasının zorunluluğundan, dar gelirlinin doymadığından emeklinin durumunun daha da “acınası” durumda olduğundan söz ediyor.
Nasıl etmesin ki; yaşadıklarını yadsıtamazsınız ki insana, ya zorluk çekiyordur/ ya da çekmiyordur, raftaki ürünü canı çektiğinde saatlerce düşünmesinin nedeni de o değil mi?
Şu, “sizin için yaşama yaşanılırlık kazandıracağız” diyenlerin yaptıkları, koşuşturmaları ne öyleyse?
Eti alsanız yağı, sütü alsanız şekeri, tüpü alsanız salçayı alamıyorsunuz; hep bir yerleriniz açık, hep bir yerleriniz salpa…
Aylardır dar gelirlilerin yaşadığı “açlık” beton yapıları/ köprüleri/ sarayları/ özel korumaları/ külhanbeyi bağırtıları/ şatafatlı yaşamları kadar önemli olmadı; “şükretmeleri/ daha da dayanmaları salık verildi!
Neden çözümü her gün “iki gün” sonraya atıyorlar söylesenize…
***
“İktidar”, z kuşağının “neden” kendilerinden uzak olduğunu sorguluyormuş; sanki gençliğin önündeki engelleri kaldırmak istiyorlar, ailelerinin geçimlerini iyileştiriyorlar, kaygılarına çözüm arıyor gibi…
Ülkenin üç kişiden ikisinin asgari ücret ya da daha düşük aylıkla yaşamlarını sürdürdüğünü, özellikle bu ailelerde daha çok z kuşağı olduğunu düşündüğünüzde sonuç ne olmalı ki başka?
Günümüzün z kuşağı mahallesinin, kentinin, ülkesinin dışından haberleri, gelişmeleri izlediğini, üstelik gereksindiği için de yabancı dilini geliştirdiğini biliyorsunuz sanırım.
Ortaokul sıralarında bir öğrencinin, Japonya’dan arkadaşı varmış, karşılıklı birbirlerine kendi dillerini öğretiyorlarmış; duyduğumda, son zamanlarda unuttuğum “şaşkınlığı” yaşadım!
Bu çocuklar, ya da bunların küçükleri/ büyükleri dışarıda neler yaşandığını, bir akıllı telefon almak için kaç gün çalışmak gerektiğini, bir gençlik şöleninde yönetimlerin nasıl bir eylem gösterdiklerimi, yarım gün çalışan z kuşağının aylık ne kadar kazandığını soruyor/ öğreniyor!
Sonra da tutuyor, yaşamı boyunca gördüğü “tek iktidarın” ülkede yaşattıkları ile karşılaştırıyor; haydi sevin bu “iktidarı” nasıl severseniz!
Son beş/ altı ay içinde neler yaşandığını bilmiyorlar sanki…
***
Şunu iri harflerle yazmak gerek:
Aylık yirmibin liranın altında aylık kazancı olan her aile “yoksul”…
Biliyorum, bazıları bu “iktidarın” arkasına takılıp, bir de olanlar yalan/ yanlış gibi sözü dolayıp “hiç mi bir şey yapmadı yirmi yıl boyunca bu iktidar” diye soruyor!
Sanki “iktidarın” döviz karşılığı yurttaşları borçlandırarak, üç/ beş yandaşa yaptırdığı yollar/ köprüler/ hastaneler yadsınacak!
Hepsi yerlerinde duruyor; gözleri görmeyen yok!
Burada bazen nitelik/ nicelik kavramları üzerinde duruyorum; yolu/ köprüyü/ hastaneyi yaparsınız, ancak bu yapılanlar yurttaşların gelecek konusunda kaygılarını ne ölçüde yanıtlıyor ona bakmak zorundasınız! Yapılar işin “nicel” olan yanı, asıl yapıların içi/ donanımı/ yararlanma kolaylığı gibi “nitelik” yönü yurttaşın yaşamındaki izdir!
Her şey yaptığınızı söylüyorsunuz, yeri geldiğinde kükrüyorsunuz, yurdun birçok yerinde ortaya çıkarılan varsıllıklardan söz ediyorsunuz, bölgenin belirleyici gücü olma yönünde büyük ivme kazanıldığını anlatıyorsunuz…
Yurttaş yılın başında aldığı şekerin, akaryakıtın, yağın, ocak tüpün ederini soruyor; unutmayın!
***
Şurada bayrama ne kaldı?
Sabah markette karşılaştığım bir kadın, “şu an ürün etiketlerini görünce, yılın başına dek beleş yaşadığımızı anladım” dedi!
Yine yağı da alıyordu, şekeri de alıyordu, ocak tüpünü de alıyordu, ama bu denli zorlanmıyordu!
Dile kolay, aradan altı ay geçti! “İktidar” her toplantısında yurttaşı enflasyonun/ pahalılığın altında ezdirmeyeceği yalanını anlattı! Her konuşma sonrasında bir zam haberi geldi! Her zam haberinin ardından “fahiş fiyatla mücadelemiz sürecek” denildi!
Yaklaşan bayram nedeniyle “herkesi sevindirecek haber” geldi; en düşük emekli maaşının üçbinbeşyüz lira olacağı söylendi!
“İktidarın bir şey yapmadığını söylemek nankörlük” diyorlar ya; yurttaşın yaşadığı yoksulluk, yönetenlerin saray saltanatı, hastane kapısında altı ay sonrasına gün alan hasta, günlerdir sözünü etmelerine karşın asgari ücretin/ emeklinin aylığının belirlenmemesi, sığınmacı uğruna gençliğin yitip gitmesi, temel ürünlerin gramlarla alınabilmesi, yurttaşın bizim dediği deniz kıyılarını/ yaylalarını/ güzelliklerini görememesi…
Kimse bunları görmeyecek/ bilmeyecek denli “nankörlük” yapamaz!
Beton yapılarınız, banka hesap cüzdanlarınız, külhanbeyi haykırışınız, yurttaşın kaygılarını umursamazlığınız sürerken, yine “önce insan” diyeceğim!

Oktay EROL

2.07.2022 13:46:51

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI