KORONA GÜNLERİNDE NADASA KALMIŞ OLMAMIZ BİZE DOĞAYA SAHİP ÇIKMA BİLİNCİ YARATACAK MI?
Manşet Haber 8.05.2020 01:19:35 0

KORONA GÜNLERİNDE NADASA KALMIŞ OLMAMIZ BİZE DOĞAYA SAHİP ÇIKMA BİLİNCİ YARATACAK MI?

KORONA GÜNLERİNDE NADASA KALMIŞ OLMAMIZ BİZE DOĞAYA SAHİP ÇIKMA BİLİNCİ YARATACAK MI?


Nadası Yaşayarak Çıkarsak, Doğa ve İnsanlık Bundan Yarar Görür mü?Nadas Üzerinden Doğayı AnlamakGeçirdiğimiz uzun süreli sokağa çıkmama yasağında kurallara uyuyor ve bu arada bir takım zorluklarda yaşıyoruz. Zaman zaman evlerden dışarı kafamızı çıkardığımızda içine düştüğümüz kâbustan uyanmaya başladığımızda ise artık olanlara alışmış ve bir ölçüde zorunluluklara anlam verebiliyor ve kendimizi yeni düzene uyum sağlamaya çalışıyoruz. Bu arada aklıma tarımda “NADAS” diye bilinen kurak koşullarda toprağı dinlendirmek, su tutulmasını artırmak ve takip eden yılda ise daha iyi ürün alınması uygulaması geldi. Eğitimden, araştırmadan ve işten uzak kaldığımız bu dönemi kendimce adeta nadasa kalmış gibi anlamlandırdım. Eğer yaşadığımız süreci nadasa kalmak olarak tanımlar ve yaşananlardan ders çıkarır ve kendimizi geleceğe iyi organize edersek sanırım sürçten karlı çıkmış oluruz. Nadas Doğa için Ne Anlama GeliyorÜlkemizin yarı kurak iklim kuşağındaki İç, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Bölgelerinde yıllık yağış buğday-arpa gibi stratejik-geleneksel bitkilerin yetişmesi için gereksinim duyduğu 400 mm yağış düşmediği ve de topraklarının organik madde bütçeleri yetersiz olduğu için çiftçiler çoğu zaman ektikleri buğdayı bile topraktan hasat ile alamazlar. Sulama ve gübrelemenin yapılmadığı birazda verimliliği düşük alanlarda ürün almak için çiftçiler bir yıl toprakların boş bırakır bir yıl ekim gerçekleştirir. Ayrıca bitkilerin topraktan gelişmesi toprakların bütçesinden tuttukları 15’e yakın besin elementini (azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum, sodyum, kükürt, demir, çinko, bakır, mangan, selenyum, iyot, molibden vs.) toprak çözeltisine yavaş yavaş bıraktıkları için toprak dinlenmeye alındığı zaman toprak tanelerinin etrafındaki yüzeylerde tutulan alınabilir besin elementi miktarı artar ve böylece bir sonraki yıl aynı toprakta bitki gelişimi daha iyi olur. Genelde buğday yetiştiriciliği için yağışın yetersiz olması nedeniyle toprak işlenmediği için topraktaki su tüketilmediği gibi toprağa bir öneki yıldan yağan yağmur suları boşluklarda kalan depo su rezervuarı olarak bir sonraki bitkinin kullanımına olanak sağlanmış olur. Toprakta 75-100 mm kadar su toprak profilindeki gözeneklerde ve toprak yüzeyinde tutulduğu için bir sonraki yıl toprak yeniden ekilerek daha güvenli bir bitki yetiştiriciliği güvenceye alınmış olur.  Başlangıçta arazinin bir yıl ekilmemiş olması bir kayıp gibi görünse de, o iklim ve beslenme koşullarında çiftçiye daha çok kazançlı çıkar.Toprak-bitki yönetimi ve amenajmanı bakımından yarı kurak iklim koşullarda ve verimliliği düşük topraklarda insanlığın tarımsal üretim tarihinde binlerce yıldır yaparak öğrendiği önemli bir uygulamadır. Nadasa Kalma Anlayışından Biz Ne Ders ÇıkarmalıyızSon yaşadığımız pendami döneminde “NADAS”   kavramının önemini biz insanların bütün iş ve işlevimizi bıraktığımız bu günlerde çok güzel bir yakıştırma ile hayatımıza uygularsak bundan bütünlüklü olarak hepimizin büyüklerimizin kullandığı “win-win” tabiri ile kazan kazana dönüşebileceğini bekleyebiliriz. Tabii kazanmak için süreci bütünlüklü anlamak ve analitik analiz yaparak sağlanabilir.  Nadasa kaldığımız bu dönemi okuyarak bilgi dünyamızı zenginleştirebilirsek ve geriye doğru kendimizi ve yaptıklarımızı değerlendirsek geleceğe daha bilinç ve daha sağlım adımlar ile girmiş oluruz.   Buradan hareketle bizlerde bu yaşadığımız 2020 yılını doğadaki sürece benzetirsek, doğada hayat hep tekdüze gitmez, yaşamın inişleri çıkışları olduğu gibi sürekli hareket halindeki yer yüzeyinde belirli dönemlerde virüslerin yaşam ekolojisine uygun ve etkin olarak biz insanların vücudu üzerinde yaşam alanı arayışına girdiği bir dönemde virüsten kurtulmak ve geleceğe sağlıklı çıkış yapmak için kendimizi şimdilik nadasa bıraktık dersek yeridir. İki ay kadar önce sokaklarda bağıran, çağıran, kavga eden, hırsızlık yapan, yalan söyleyenler, sabahtan akşama kadar çalışan, okula giden, öğreten, öğrenen hemen herkes, birkaç zorunlu mesleklerde çalışanlar hariç hepimiz evlerin içine çekilmek zorunda kaldık. Hasta hanelere nerdeyse korona virüslüler dışında kimse gitmiyor. Mahkemelerde bir birlerini dava eden yok. Avukatlar bürolarını kapattılar. Birleşmiş Milletler savaşları durdurun diyor, Ülkeler bir birlerine kapılarını kapattılar, uçuşlar yok, karayolları boş. Petrol istasyonlarına uğrayan yok, uluslararası piyasada petrol satılamıyor diye fiyatlar tarihinin en düşük düzeyinin altında alıcı bulamıyor. Nerdeyse dün yaşadığımız aktivitelerimizden yeme içme ihtiyacı ve sınırlı da olası hava alma ihtiyacı dışındaki diğer bütün işlev ve uğraşılarda nadası yaşamaktayız.Yaşadığımız bu sürecin bir anlamı olmalı. Sürece neden olan virüsün sağlığımızı hatta canımıza kast etmesinin bir nedeni ve tarihsel bir geçmişinin olması gerekir. Yer yüzeyinden bizden önce 3.5 milyar yıl öncesinden bu yana var olan virüslerin bugün bünyemizde yaşam ortamı aramalarının biyolojisi, sosyolojisi ve eko-politik nedenlerinin analiz edilmesi gerekir. İnsanın birkaç bin yıllık kısa tarihinde keşfettiği ve değiştirmeye çalıştığı doğanın bir sonucu olarak insan doğasının canlılar karşısında bağışıklığı azalmış olabilir mi? Doğa Kendini Yeniliyor. Ya İnsan Kendini Yenileyebilir mi?Pekâlâ, kendimizi nadasa bıraktıktan sonra beklediğimiz yeniden canlı, verimli ve sürdürülebilir yaşamımızı doğanın yasalarına uygun ve doğa ile barışık yaşamak için bu defa sorumluluk bilinci, bilgisi ile yaşayacak mıyız? Doğayı kendisine bırakırsak sorun yok onun kendi yasları ve dinamiği var ve kısa sürede kendisini yenileyebilmektedir. Kısa sürede boğazda yunuslar görülmeye başladı, Sokaklarda bugüne kadar görmediğimiz börtü böcek, kuşlar görünür oldu. Peki, biz inşalar kısa sürede kendimizi yenileyebiliyor muyuz? Biz insanlar müdahaleci olduğumuz için aklımız, bilgimiz ve algımız kadar iş yapıyoruz. Bugün Dünyamızın üzerinde sonradan oluşmuş bütün değişimler ve yapılar biz aklımızla yaptık. Dünyada birçok yönetim sistemleri insanların toplumsal yapıları tarafından oluşturuldu. Sistemlerin kendi oluşturduğu yasa ve uygulamaların pratikteki sonuçları içinde zenginlik, fakirlik, adaletsizlik, ahlaksızlık, hak, hukuk ve insani değerler gibi birçok olgu biz insanların bilinçli tercihleri sonucundan oluşturulmadı mı? İnsanın açgözlülüğü, benciliği ve başkasını etkisi altına alma, başkasının çıkarı için kullanmaya kalkması ve bunun için 50 bin hileye başvuran insanların akılları sayesinde bugün bu kadar çevresel, sağlık, sosyal ve ekonomik sorunlar yaşıyoruz.Diğer taraftan kendi kendini eğitmiş, farkındalığı yüksek, sorumluluğunu bilen, doğadaki her canlının besin zincirinde bir yeri olduğunu bildiği için hiç bir canlıyı gereksiz diye öldürmeyen, bencilik yapmayıp empati yapan, bir başkasının ihtiyacını çalmayan, kurnazlık yapıp fakir fukarayı kandırmayan, kendi sınırlarının bilincinde/ farkında olan insanın bulunduğu ortamda çok az sorun çıkacaktır. Bu bağlamda nadasa kaldığımız dönemde kendimizi yeniden keşfedebilirsek daha insani değerler ekseninde yaşayabileceğimize inanmaktayım.6 Mayıs 2020 Adana,  İbrahim Ortaş Korona Günlüğü





Prof. Dr. İBRAHİM ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi/ Ziraat Fakültesi / Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü. Adanaiortas@cu.edu.tr;ibrahimortas@gmail.com05337692415


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

35.8° / 20.3°