KORONA GÜNLERİNDE NADASA KALMIŞ OLMAMIZ SONRASI DOĞA BİZE NE ÖĞRETTİ
Manşet Haber 8.05.2020 18:12:52 0

KORONA GÜNLERİNDE NADASA KALMIŞ OLMAMIZ SONRASI DOĞA BİZE NE ÖĞRETTİ

KORONA GÜNLERİNDE NADASA KALMIŞ OLMAMIZ SONRASI DOĞA BİZE NE ÖĞRETTİ


Evet, bugünkü insanoğlu bundan 20 bin küsur yıl önce doğanın yaslarını anlayıp ondan yaralanmaya başlamadığı günde dünyamızın yüzeyinden doğal yapının üzerinde hiçbir insan yapımı obje yoktu ve doğa yeraltı ve yer üstü ile tertemizdi. İklim sorunu, çevresel kirlilik yoktu, her canlı yana yana ekolojileri gereğine uygun Yaşıyordu. Ekolojinin en önemli yasası olan her canlı beslenme ve sindirim sistemine göre bir başka canlıyı yiyerek enerjisini temin ediyor. Ancak şimdi bizlerin yaptığı gibi kitlesel halde canlıları kesmiyor, bitkileri kökünden kurutmuyordu. Bakın diğer canlılara hepsi ihtiyaç duyduğu kadar yiyeceğini diğer bir canlıyı yiyerek temin etmektedirler, ta ki bir daha acıkıncaya kadar. Bazı canlılara (sincap, karınca, arı ve benzeri canlılar) gıdalarını saklamaktadırlar, onlarda olası zorlu koşullarda hayata kalmak için depolama gereksinimi duyuyorlar. Yine doğanın yasası gereğince ayakta kalabilmek için gıdasını sağlamak için güçlü ve ben merkezli hareket etmek zorundadır. Kendi aralarında da hiyerarşik durumlar gözüküyor. Yine de sofrada herkese yiyecek bir şey kalıyor. Kalmasıydı canlılık bugüne kadar varlığını sürdüremezdi. Doğa gıdayı ototroflar (kendi gıdasını kendi yapanlar) ve hetetroflar hazır gıdaları tüketenler olarak organize olmuşlardır. Mikroskobik, tek ve çok yıllık bitkiler fotosentez yaparak ürettikleri şekeri kök ve diğer organlarında depolamakladırlar. Mikroorganizmalar ve diğer hayvanlar ve bizler bitkilerin bütün ürettiği yaprak, meyve ve tohumlarını toplayarak ve tüketerek gıdamızı sağlamaktayız. Bu döngü canlılığını besin zinciri güvenliği ve sürdürülebilirliği açısında vazgeçilmezdir.Doğanın bu kendiliğinde devam eden bu iç içe yaşam insanın aklını kullanarak yaptığı aletler sonucu hayatı kolaylaştırma işlevini kötüye kullanan cin akıllıların çoğalması sonucu maalesef güzelim mas mavi dünyamızı yaşanılamaz duruma getirildi.  Geçmişte karbon döneminde büyümüş olan devasa bitkiler ve o ekolojiye uygun büyümüş olan hayvan varlıklarının yine ekolojik döngüye uygun olarak veya yer yüzeyine çarpan dev meteorlardan sonra yer altında kalan kısımlarının kömür ve petrole veya biyogaza dönüşmesi sonucu oluşan fosil ve hidrokarbonları keşfettik. Keşfettiğimiz bu enerji kaynaklarını kullanarak araçlarımızı geliştirdik, demiri harekete geçirdik, daha hızlı yol alarak dünyayı keşfettik. Dünyanın gedilemez yerlerine gittik, sonrada aya ve marsa kadar gider olduk.Sonuçta bütün keşfettiğimiz yerlerde inşaatlara başladık. Madenleri yer yüzeyine çıkardık. Kıymetli madenleri paranın önüne koyarak ekonomik üstünlüğü bir başkasına karşı kurduk. Çıkardığımız madenlerden demir ve çeliği kullanarak silahlar yaptık ve bize itiraz eden kişileri düşman veya terörist ilan edip onlara kaşı bastırıcı güç olarak kulandık. Onun için Köroğlu’na atfedilen ve “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” sözündeki gibi insan insana fiziki doğal gücü ile değil de icat ettiği aleti sonucu hâkim geldi. Onun için bugün silahı elinde bulunduran ve bunu teknolojinin en üst yapısı ile kullanan ülkeler kullanamayanları her tülü döverek etkisi altına almaktadırlar.Bugün dünyanın değişik ülkelerinde uygulanan yönetim şekilleri ve uygulanan politikalar sonucu ciddi sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar yaşanmaktadır. Çoğu ülkelerde milyonlarca insan yönetimlerin uyguladığı kısıtlayıcı durumlar karşısından insanlar yurtlarını, evlerini topraklarını ve kültürlerini bırakarak başka gelişmiş ve rahat edebilecekleri ülkelere göç etmek zorundadırlar. Geriye doğru baktığımızda göçlerin temelinde yetersiz kaynak ve kaynakların insanlar arsında yeteneğine ve iş yapma becerilerine göre dağıtılması olgusu bulunmaktadır. Doğayı Kendi Ellerimizle Neden Yok EttikGüzelim doğa, biz insanların aklımızla yaratığımız para ve güç ilişkilerine yenik düştü. Sayısını bilmediğimiz kadar bitki ve hayvan türü bu doğadan yaşam alanları daraldığı için yok oldu. Çoğunluğu da insanın geniş yaşam alanlarını etkisi altına alması ve kimyasal kullanılmasına yenik düştüler. İnsanın dev traktörlerle doğanın karnını yarması sonucu dünya var olduğundan beri toprakta biriken organik maddenin (karbonun) yarısı okside olarak atmosfere karbondioksit olarak salınarak dünyada küresel ısınmaya neden olmaktadır. Kendi doğal yapısı içinde üzerinde yetişen bitkilere gereksinim duyduğu besin elementi ve suyu sağlayan toprakları verimsiz kabul ederek daha fazla ürün elde etmek için topraklara dışarıdan gübre (tuz) ilave etik. Hormonlar verdik bitkilere, sonra toprakların mikrobiyal, kimyasal doğası bozuldu. Verim düştü, verim düştükçe daha fazla verim için daha çok gübre ilaç kullanmaya başladık. Bu arada artan insanının gereksinim duyduğu gıdayı sağlamak için toprağın daha yoğun işletilmesi için uygulanan gübre, herbisit, pestisit, fugisitler sonucu sayısız mikroorganizma doğadan elemine olup gitti. Daha fazla gıda üretmek için aşımıza ortak olmaya çalışan börtü-böcek-sinekleri yok etmek için DDT’yi bulduk. Mono kültür yaptığımız ortamda yetiştirdiğimiz tek bitki üzerinden beslenmek isteyen ve var oldukları günden beri doğal ekolojileri gereği bitkiler üzerinden yaşam alanı arayan canlıları DDT ile toptan yok ettik. DDT’nin yaratığı ekolojik yıkımı anlamadan DDT’yi bulan arkadaşımıza Nobel verdik, ancak DDT yer yüzeyinde canlıların kanını kuruttuktan sonra anladık nerede yanlış yapıldığını. . Halen de DDT benzeri kimyasalları kullanmaya devam ediyoruz. İnsan Yaptığı Hatayı Anladı mı?Evet, insanlığın birkaç binyıllık kısa tarihinde çıplak bulduğumuz dünyamızın üzerini bir şantiyeye dönüştürdük. İnşaatlar bizlere sıcak ve rahat ortamlar sağladı. Şantiyelerde bazen çökükler de oldu, insanlar altında kalarak can da verdiler, Ancak doğanın birleşik kaplar prensiplerini iyi kavrayamadığımız için yaptığımız inşaatları karıncaların doğaya uygun yapılanması kadar yapamadığımız için doğal dengeyi bozduk.Korona virüs ve benzeri salgınlar daha öncede yaşanmıştı, milyonlarca insan ilacın ve aşının olmadığı dönemlerde can verdi. Ancak her seferinde doğanın güçlü olanları hayata kalmayı başardı, zayıfları ise elenmek zorunda kaldı ve bu dünyada varlığı kayboldu. İnsan türleri de değişik dönemlerde kitlesel yok oluşları yaşamıştır. Korkarım bu defada aynı sonu yaşamayız. 7 Mayıs 2020 Adana,  İbrahim Ortaş Korona Günlüğü





Prof. Dr. İBRAHİM ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi/ Ziraat Fakültesi / Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü. Adanaiortas@cu.edu.tr;ibrahimortas@gmail.com05337692415


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°