“İtaat, aklın tembelliğidir.” – John Stuart Mill
Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan yolda, milletin boynuna zincirler geçirildi. Bu zincirler, ne milletin bir hastalığından ne de devletin zaafından doğdu. Tam tersine, Fatih’lerden, Selim’lerden, Süleyman’lardan itibaren, devletin en kudretli zamanlarında milletin boynuna takıldı.
Padişahlar, kendilerini “Allah’ın gölgesi” sayıp ülkeyi kendi malikaneleri, milleti ise kayıtsız şartsız itaatle yükümlü bir kitle olarak gördü. Çıkarcı çevreleri, padişahın lütfuna nail olmak için bu anlayışı körükledi; masum millet ise dinin gereği sanarak bu zincirlere razı oldu, belirsiz bir hedefe doğru yürümeye devam etti.
Bu biat kültürü, milletin hakkını, şerefini, onurunu yabancılara peşkeş çekmekte tereddüt etmeyen padişahların elinde bir silaha dönüştü.
Ülkeyi imar etmek, demiryolu yapmak yasaklandı; işe girişenler yabancı müdahalesiyle durduruldu. Osmanlı’yı mahveden, milleti sefaletten felakete sürükleyen ayrıcalıklar, anlaşmalar, hep padişahların “ihsan” ve “bağış”larıyla gerçekleşti. Devlet zaafa düşünce, bu bağışlar “kazanılmış hak” sayıldı; yabancılar, daha fazlasını almak için tehdit ve tahakküme başvurdu.
İşte, cehalet ve biatın labirenti böyle örüldü.
Bugün, 2025’te, bu labirentin gölgesinde hâlâ anormalliğin normalliğine alıştırılıyoruz.
Cehalet, sadece bilgi eksikliği değil, sorgulama yeteneğinin körelmesidir.
Bakınız, eğitim sistemimiz, ezberci ve ideolojik yaklaşımla gençlerin analitik düşünme becerilerini baltalıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredat güncellemelerinde bilimsel düşünceye yeterince yer verilmediği, dinî içeriklerin artırıldığı eleştirileri de yükseliyor. Düşünün, bu hurafelerle dolu bir dünya görüşü ve “öteki dünya” odaklı bir yaşam felsefesi değil midir? Ve genç nesillerin “düşünmez misiniz?” çağrısına kulak tıkamasına yol açmıyor mu?
Biat kültürü, Osmanlı’dan miras padişah sadakatiyle başlayıp modern siyasette lider kültüne evrilmiş, siyasi arenada “reislik” olgusu hâlâ güçlü halde, liderlerin her kararının “bir bildiği vardır” diyerek kabul edilmeleri de biatın canlı bir göstergesi değil midir?
Medyadaki algı idaresine ne demeli, yıl 2025 ve gerek ana akım medyanın otoritenin , bir kısım medyanı da muhalefetin megafonu olması, güya sesi gibi davranıyor olmasına ne diyelim... Bir tarafta eleştirel gazetecilerin işten atılması ya da “sorgu sual” edenlerin yaftalanıp dışlanması sıradan değil diyebilir misiniz, diğer tarafta vatandaşın, tek taraflı haberlerle “her şey yolunda” algısına alıştırılmadığını söyleyebiliyor muyuz?
Başka bir bakış açısı ile, vatandaş, “sosyal yardım” ya da “torpil” gibi menfaatlerle bu biate teşvik edilmiyor mu, “İtaat et, rahat et” mantığı hâkim değil mi?
Yani, ekonomik bağımlılık noktasında, sosyal yardım otoriteye bağlılığı güçlendiriyor iken, mesela “odun, kömür, gıda kolisi” gibi yardımların kesilme korkusu, biat kültürünü beslemiyor diyebilir misiniz?
Atatürk’ün bilim odaklı eğitim vizyonu, 1950’lerden itibaren dinsel eğitime kaydı. İmam hatip liselerinin sayısındaki artış, fen liselerine yapılan yatırımların gölgesinde kaldı. Bu, biat kültürünü pekiştirmiyor mu?
Böyle bir toplumda vatandaş, sorgulamamayı normalleştiriyor, yani alışıyor, alışıyoruz...
Biraz eskiye dönelim,islam dünyasında aydınlanmanın yaşanmamasının temel nedenlerinden biri de, güçlü olanın her zaman haklı sayıldığı bir düzen olmasıydı, adalet ve liyakat da arka planda kalıyordu ve böylece toplum susmaya alışıyor sessizliğe bürünüyordu...
Peki, bu labirentten çıkış mümkün mü?
Unutmayın ki, Anadolu Türklüğü, imparatorluklar yatağı bu coğrafyada, homojen bir ırk birliğine dayanmadan, ortak dil, tarih, kültür ve yaşama iradesiyle kök salmıştı, Cumhuriyet ise bize bu vatanı emanet etmişti.
Ama fitne tohumları, ayrımcılıklar, haksızlıklar her daim yüzümüzü güldürmez oldu. Hainler, nankörler, insanlıktan nasibini almamışlar bu birliği zedelemeye çalıştı .
Yine de diyorum ki, Türk milleti olarak herkesten ve her şeyden güçlüyüz! Zira vatandaşlık bağımız ve kültürel birliğimiz, bizim en büyük hazinemizdir. Biliyoruz ki,kişinin körü körüne boyun eğmesi aklı köreltir, özgür düşünce ise toplumsal ilerlemenin temeli...
Bu nedenle;
Sen, itaat etmek yerine sorgulamalısın, yoksa uyuduğun sürece otoriteler her alanda güçlenmeye devam ederken , sen de kontrol edilen bir robot gibi nefessiz kalacak, bir asker gibi de “Emret Komutanım!” demeye devam edeceksin.
Kısaca, bu labirentten çıkış yolu, öncelikli olarak okumada, düşünmede, anlayıp algılama da yani sorgulamada...
İşte, eğitimin bilime dönmesinde, medyanın halkın sesi olmasında, vatandaşın korkudan sıyrılıp aklını özgür bırakmasında olduğu gibi...
Atatürk’ün “En hakiki mürşit ilimdir” sözünü pusulamız kabul etmeli, cehaletin ve biatın zincirlerini kırmalı, böylece düşünen, üreten bir kişi olmalıyız ki, toplum da anormalliğin normalliğine alışmasından kurtulmalı...
Osmanlı’dan miras zincirleri kırabilmek, Cumhuriyet’in ruhunu yeniden canlandırılması ile mümkündür.
Haydi, bu labirenti birlikte dağıtalım!“
Unutma, Michel Foucault'un dediği gibi
"Toplumun uykusu, otoritenin zaferidir.”
Ve,
Aklını zincire vurma!
Alışkanlıklarına son ver...
Suat Umutlu/15 Mayıs 2025
Not;
Kenan Özek'in, Osmanlı Devleti’nde biat kültürü ve yabancı ayrıcalıkları... https://www.facebook.com/share/p/16VPZQmVH2/. Okuyunuz...
Ve Sedat Demirkaya'nın , Anadolu Türklüğü ve Cumhuriyet’in birleştirici gücü... https://www.facebook.com/share/p/166S599AMH/.Neler Okuyunuz...
,