"Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur.'' - Simone De Beauvoir
**
Değerli Okurlar,
Günümüzde,
Birey ya da toplum olarak: ahval ve şeraitimiz noktasında, sıkıştığımız labirentten çıkış yolu var mıdır?
İlk söz Ahmet Zorlu'da;
"Ülkemizin her değeri,hayatımızı şekillendiren her uygulama büyük bir tehdit altında.
Ülkenin demografik yapısı,adalet sistemimiz, eğitim sistemimiz, sağlık sistemimiz, kültürümüz, sanatımız, aile bütçemiz, canımız, malımız, kısacası her şeyimiz.
Hangisini kurtaracağımızı şaşırmış durumdayız:
Ormanları mı,hayvanları mı, çocukları mı, Demokratik Sistemi mi, Cumhuriyeti mi, Vatanı mı, kadınları mı, kendimizi mi?" (1).
**
Birliktelik ve sevgi;
Belki de yeniden doğmanın, karanlıktan aydınlığa yolculuğun ilk adımıdır. Bülent Ecevit’in " El ele büyüttük sevgiyi…"adlı şiirini hatırlatan İsmet Orhan 'da söz;
"O günlerden,bugünlere çok şeyler değişti… Biz toplum olarak tersini yaptık,el ele yok ettik sevgiyle beraber her şeyi…
Her anlamda,özdeşleşme psikolojisinin kölesi olduk.
Bir türlü birey olamadık. Okumuyoruz,araştırmıyoruz,sorup sorgulamıyoruz.
Bu yüzden de sürü halinde,güven arıyoruz,kimlik arıyoruz. Biat kültüründe aidiyet arıyoruz.
Biat kültürünün temsilcileri, yönetimleri ele geçirince; Ahlakın,adaletin,bilimin,özgürlüğün çöküşü ve bitişi hızla yol aldı…
Oysa! Ahlak ve özgürlük ayrılmaz bir bütündür. Biri olmadan diğerini yakalamak mümkün olamıyor…
İşte tüm bunlardan dolayı;
Cehaletin,getirisi- götürüsü eşitlenince de,cehalet meşru kılındı…
Yalan,talan,haksızlık,hukuksuzluk, hırsızlık, kutsallaştı…
Sonuçta…
İyi- kötü ayrımını rafa kaldırmayı becerdik. Kötü ve daha kötü ayrımında,boğulduk, kötünün iyisini aramayı özlem haline getirdik. İyi olan her şeyi öteleyip,kötü olan her şeyi kabullenmeyi başardık…
Peki!
Sonucun sonucunda,kötüden iyiye dönmeyi başarabilecek miyiz?…
O da,ünlü Afgan fıkrasındaki gibi gizemini koruyor;
"Bir gün,bakkal eşeği ile çerçi eşeği dertleşiyorlar…
Bakkal eşeği:Gardaş nasılsın?
Çerçi eşeği:Akşama kadar bir tutam ot için yük taşıyorum,içine edeyim böyle hayatın ölmek istiyorum.Sen nasılsın?
Bakkal eşeği:Benimde senden farkım yok ama,ben bir“umutla“ yaşıyorum? Benim sahibim çok sinirli,Her akşam karısıyla kavga ederken,seni bu eşeğe becerttireceğim diyor. İşte ben,bu umutla yaşıyorum…"
Her şey bir tarafa,yapacak bir şey kalmayınca, umudu kaybetmemeyi başarmakta,başarının bir sırrı diyelim..." (2).
**
Değerli Okurlar,
"Yaşamı tek bilinmeyenli bir denklem gibi ele almak,altı boş kulağa hoş sloganlarla konuşup, zamana göre kendini geliştirmeyen, saplantı slogan hükümlere göre yaşamak ve mevzi alıp dayatmaya çalışmak kolaycılığı hiç kimseyi ve de toplumları bir yere götürmez.Yaşamda soruların pek çoğunun tek bir cevabı yoktur." Nobel ödüllü Danimarkalı fizikçi Niels David Bohr'un "Dar kafalılıktan bıktım..." sözünü not edelim.(3).
Gerçekten,
Hayatımız, “varoluş muhasebesi” gibi ve bir çığlık bir çağrı gibi yankılanıyor, 2025 Türkiye’sinin ruh halinin de bir röntgeni gibi...
Neler yok ki?
Parçalanmış dikkat, tehdit altındaki değerler ve yönünü şaşırmış bir toplum...
Karamsarlık ve endişenin hakimiyeti...
Bir zamanlar umutla kurduğumuz o hayallerin, o hayatın enkazında, “inşallah maşallah” modunda ömür tüketmeye alışmış bir hal...
Bu arada, DijiHayat konusu da var. Her an teknoloji ilerliyor, algoritmalar öğreniyor, yapay zekâlar konuşuyor ama insanoğlu suskun ve şaşkın.
Neden ?
DijiHayatın sadece teknolojik bir dönüşüm olmadığının aynı zamanda insanın kendi öz değerlerini de yeniden tanımladığı bir çağ olduğunu lütfen göz ardı etmeyin, zira o hayat çoook yakınımızda...
Kısaca,
Birey,toplum hatta Devlet olarak bir 5N1K sorusunun içinde sıkışmışız ve bir cevap belki bir çıkış aramaktayız.
**
5N1K dedik;
Bu topraklarda,bu sokaklarda, bu ekranlarda.Kısaca Türkiye’nin her köşesinde ve zihinlerde; insanî, tarihî, kültürel değerlerimiz çürüyor, aşınıyor ve hâlâ tehdit altında ise sorun da, sorumluluk da ortak demektir.
Zaten, uzun süredir düşünmeyi tevekküle, üretmeyi tüketime, dayanışmayı rekabete kurban etmedik mi?
Cehalet, umursamazlık ve günü kurtarma alışkanlığı yaratırken yaklaşan teknoloji çağını da umursamadık ve hâlâ temennilerle avunmuyor muyuz?
Birhan Eroğlu'nun dizeleriyle:
"Sözcükler tükenmiş,/Kalem kağıda küsmüşken,/Şimdi nasıl anlatmalı/İnsanın insana yaptığını..."(4) diyerek ahvalimizi,sorun ve sorumluluğumuzu ve de vazifemizi ele alalım istedim.
1)Ne oldu? Belki bir teşhis... Türkiye'nin temelini oluşturan sistemlerin (demografik, adli, eğitim, sağlık, kültür) ve değerlerin (aile, can, mal güvenliği) eşzamanlı bir tehdit altında olduğu ve bunun, tek bir sorundan ziyade "varoluşsal krizler yumağı" ve insanların da sürekli bir "yangın söndürme" modunda hangi yangına önce koşacaklarını şaşırmış durumda olduğu yadsınamaz diye düşünüyorum. Maalesef 2025 tablosu, bu krizlerin derinleşerek ve iç içe geçerek devam ettiğini de gösteriyor.
2)Niçin oldu? Bazı sebepleri gösterebiliriz, zira çoklu krizin tek bir nedeni olamaz ki!
Mesela,
-Sistemler uzun vadeli, istikrarlı, bilimsel ve tarafsız politikalar yerine, kısa vadeli siyasi kazanımlar ve ideolojik hedefler uğruna zayıflatılmıştır.
-Ekonomik çöküşün etkisi çok fazla yaşanır değil mi? Aile bütçesinin erimesi (enflasyon, işsizlik), sağlıktan eğitime, kültürden adalete vs. doğrudan etkilemiş ve baskı unsuru olmuştur.
-Kutuplaşma ise ortak hedefler etrafında birleşmekten alıkoymuş, her mesele "biz" ve "onlar" ekseninde tartışılır hale gelmiştir ki, bu da kolektif çözüm üretme kapasitesini felce uğratmıştır.
-Dijital Çağın getirdiği kaos; Bilgi kirliliği, dezenformasyon, nefret söylemi toplumsal ruh halini ve gerçeklik algısını derinden etkilemiştir. Bu kaos aynı zamanda "öfke ticareti" olarak toplumun odaklanma yeteneğini de parçalamıştır. "İnşallah maşallah modunda ömür tüketmek" ise bir tür psikolojik savunma mekanizması haline gelmiştir.
3)Nasıl oldu? Bu noktaya bir günde gelinmedi elbette...
Üç adım ileri bir adım geri...!
Süreç, "sürdürülebilir olmayan uygulamaların" zaman içinde birikerek kritik bir kütleye ulaşmasıyla gelişti. Ormanlar bir günde yakılmadı, adalet sistemi bir günde yıpranmadı, eğitim bir günde çökmedi....
Her birinden küçük tavizler verildi, her bir kriz normalleştirildi ve nihayetinde tüm sistem aynı anda sıkışma noktasına geldi.
4)Nerede oldu? Türkiye'de, ancak sorunlar küresel boyutları da olan ve yerel tezahürleri ile de derinleşen bir seviyede...
5)Kim ilgili?
-Siyaset üretenler ve yöneticiler en başta sorumlu olanlar ama yılgınlığa veya kaderci bir kabullenişe teslim olanlar yani "İnşallah maşallah" diyerek günü kurtarmaya çalışan, değişim için enerji bulamayan veya sesinin bir işe yaramayacağına inanan bireyler de hatta sorumluluktan kaçan seçkinler de...
- Bu tablonun farkında olup "Hangisini kurtaracağız?" diye soran, endişelenen, vicdanlı her yurttaş...
Bilinmelidir ki,
Bu krizlerin özellikle gençler üzerindeki yıkıcı etkisi (beyin göçü, eşitsizliklerin derinleşmesi gibi) düşünüldüğünde, sorumluluk daha da ağırlaşmaktadır.
Ne yapmalıyı(m)z?
"Hangisini kurtaracağız?"sorusu, seçim yapmamız gerektiği yanılgısına sürükleyebilir ama asıl yapılması gereken, hepsini bir bütün olarak görmek ve aynı anda kurtarmaya çalışmanın yolunu bulmaktır.
Zira bu sistemler birbirine bağlıdır: Adalet olmadan ekonomi, eğitim olmadan demokrasi, can güvenliği olmadan kültür yaşayamaz.
"Ya ormanları ya ekonomiyi kurtaracağız" ikilemi bu nedenle yanlıştır, diyebiliriz.
Değerli Okurlar,
-Bizler, birey olarak, "İnşallah" pasifliğinden çıkıp, "BEN ne yapabilirim?" sorusunu sormakla işe başlayabiliriz. Mesela, yerelde bir STK'da gönüllü olmak, dijital okuryazarlık becerilerini geliştirmek, algoritmaların esiri olmadan tarafsız haber kaynaklarını takip etmek, sosyal medyada nefret söylemi yerine yapıcı diyalog dilini yaygınlaştırmak, ailesini ve çevresini bilinçlendirmek, oy vermek ve hesap sormak olabilir.
-Toplum olarak, kutuplaşma tuzağına düşmeden, ortak akıl alanları yaratılabilir. "Vatan" denince sadece toprak parçasını, "Cumhuriyet" denince sadece bir rejimi anlamamak; bu kavramların içini adalet, eğitim, kültür, emek ve özgürlüklerle doldurmak mümkündür diye düşünüyorum.
-Yönetim düzeyinde ihtiyaç duyulan şey ise tüm bu sistemleri birbiriyle uyumlu, şeffaf, katılımcı ve akılcı bir planlama ile yeniden inşa etmek olmalıdır.
Zaten bu, tarafsız bir adalet, liyakata dayalı bir eğitim ve sağlık sistemi, çevreyi koruyan bir ekonomi modeli demektir.
Neticeten,
Bir çaresizlik ifadesi değil bir sorumluluk çağrısı olsun, bir tercih değil bir bütünlüğün farkına varılsın isterim.
Ormanı korumak, aslında çocuğu korumaktır; adaleti savunmak, aslında vatanı savunmaktır; kültürü yaşatmak, aslında kendimizi yaşatmak değil midir?
Onlar, ayrı ayrı değil, birlikte var olabilirler. Yoksa “orman mı, çocuk mu, adalet mi?” sorusu bizi çıkmaza sokacaktır.
Bütün mesele, çaresizliği aşmak ve insan gibi yaşamaktır, sadece açlığı gidermek değil; onurla, özgürlükle, güvenle, umutla yaşamaktır.Ne fazla, ne de eksik...
Bunun için önce kendimizi kurtaracağız: yani bilincimizi, vicdanımızı ve de cesaretimizi...
Hâlâ, “İnşallah–maşallah” temennileriyle günü kurtarmaya alışmış bir toplum için asıl soru da, "Nasıl çok şey kazanırız değil, nasıl daha insanca yaşarız? " olmalıdır...
Gerçekten, bu toprakların ihtiyacı olan cümle,“İnsanın çaresizliği aşacak o cesareti kuşanması...” olabilir mi?
Henüz "DijiHayat"ın kaosunda bir toplum değilken gerçek hikayemizi yeniden yazmaya ne dersiniz?
Biliyoruz kurtarılacak çok şey var ama hepsi birbiriyle bağlı, birinden başlaman bile diğerlerine umut olacaktır diye düşünüyor ve
"Hayat bazen yanılgıların/Aldanışların toplamından,/Çıkardığın derslere/Bir tutam huzur bağışlar/Bu fırsatı yakaladığın anda/Bir anlık da olsa gülüver/Bırak yaşayamadığın dünlerin/Sisleri dağılsın/Yepyeni pencereden bakınca/HAYAT DA SANA GÜLÜVERSİN...!"(5) istiyorum.
**
Değerli Okurlar,
Ülkemiz, sahip olduğu stratejik konumun ağırlığı altında sanki ezilmiş bir görüntü verse de hem içeride hem dışarıda yön arayışını da sürdürüyor.
Bizler de, bu ezilmişliğin içinde, tehditlerin, sıkıntıların hem öznesi mağduru, hem de çözüm gücü olduğumuzu bilelim; Ahmet Zorlu gibi düşünenler bu hal ve gidişimize dikkat çekiyor ama çözüm için kolektif bir iradenin çok eksik olduğu da kuşkusuz...
Değerli Okurlar,
-Kutuplaşma,yönetimsel zafiyetler, ekonomik çöküş, kültürel yozlaşma ve dijital dönüşüme hazırlıksız yakalanmak,
-Toplumun halen değişimi kucaklamak yerine kaderci bir kabullenişe saplanıyor olması,
-Eğitim ve adalet gibi temel sistemlerdeki çöküş vs. bu tehditleri daha da derinleştiriyor olsa da asla ve asla umutsuzluğa yer yoktur.
Bilmeliyiz ki bilinçli bir toplum ve adil bir düzen olmadan ne ormanlar kurtulur ne çocuklar ne de Cumhuriyetimiz...
Bu nedenle okumak, düşünmek, sorgulamak kısaca cehâletin önüne geçmek önceliğimiz olmalıdır:Eğitim...
Stratejik planlarla DijiHayatı kucaklamalıyız, zira çok yakın...Bu arada dijitale, teknolojiye bağımlılığınız zihninizi, vicdanınızı ele geçirip köle yapmasın: Dikkat!
Yine toplum olarak bireysel çıkarlarımızı değil,ortak değerleri önceleyen bir uyanışa ihtiyacımız var. Herkes elini taşın altına koymalı: STK’lar, bireyler, devlet...
Unutmayın,
Elbette ki, teknolojiyi,kültürü ve demokrasiyi koruyarak ilerlemek mümkün.
"Kimi,neyi kurtaracağız?"derken kasdedilen "Kendimiz miyiz?" diye sormamız,
Niels David Bohr'un neden"Dar kafalıktan bıktım." dediğini sorgulamamız ve
Gazi Mustafa Kemal Atatürk 'ün şu sözüne kulak vermeliyiz:
"Ben 1919 senesinde Samsun'a çıktığım gün,elimde maddi hiç bir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran,yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. O kuvvet; akıl, bilim, üretkenlik, dayanışma ve özgürlük aşkıydı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım."
Acaba;
O,
Bir an için çıkıp gelse yine güven(ebil)ir miydi?
Şahsen, cevabı hem evet hem hayır olabilir diye düşünüyorum.
· Hayır diyebilir. Zira O, "maddi hiçbir kuvvet" olmadan yola çıkarken dayandığı "manevi kuvveti" bugün için zayıflamış, örselenmiş, kutuplaşmalarla parçalanmış görebilirdi. "Biat kültürü"nün "özgürlük aşkı"nın önüne geçtiği bir tablo ise daha derinden yaralardı.
·Evet diyebilir. Zira O'nun, "milli kuvvet"in yani Türk Milletinin potansiyelinin asla tükenmeyeceğine olan inancını hâlâ kaybetmedik diye düşünüyorum. Bu karanlık tabloya rağmen, bu topraklarda vicdanı, aklı ve cesaretiyle "Ben ne yapabilirim?" diye soran insanların varlığı da o inancın hala yaşadığının kanıtı olarak görüyorum.
Belki de,güvenip güvenemeyeceğini sormak yerine, bizim ona ve ilkelerine olan güvenimizi yeniden tazelememiz gerekiyordur.
Ne dersiniz?
Hem, 0'nun güveneceği bir tablo yaratmak, bizim sorumluluğumuz değil mi?
Yine biliyoruz ki: kurtuluş, bir başkasında (bir kurtarıcıda) değil, kolektif irademizdedir.Eğer sorunları bütün olarak ele alır, umursamazlığımızdan, duyarsızlığımızdan sıyrılıp "BEN ne yapabilirim?" sorusunu sorabilirsek zaten "BİZ" olmuşuz demektir ve "Dış'ın Düş'ü"ne karşı "İç'in Gücü"nü de oluşturmuş oluruz
Değerli Okurlar,
Krizler, çaresizlikler ve tehditler ortasında, umudu yeniden yeşertmek bizim elimizde.
İsmet Orhan’ın dediği gibi, “el ele yok ettik sevgiyle beraber her şeyi.” ve tıpkı fıkradaki eşekler gibi, absürt umutlarla da avunabiliriz.
Ama ya el ele yeniden inşa edersek?
Karaoğlan'ın eşi Rahşan’a yazdığı şu dizeler, sevginin ve dayanışmanın gücünü hatırlatsın isterim;
"Elele Büyüttük Sevgiyi
el ele sevdik bu dünyayı/acısıyla sevinciyle sevdik/yazıyla kışıyla sevdik/köy-köy ülke-ülke/gökler gibi sardı dünyayı/yağmur gibi sızdı dünyaya/dünya kadar oldu sevgimiz/el ele büyütüp/el ele derdik/el ele derip insana verdik/verdikçe çoğalan sevgimizi..."
**
Ne dersiniz, bu dizelerdeki umudu el ele büyütmenin vakti değil mi?
Unutma ki;
Her dediği çıkan, her verdiği sözü yerine getiren, bu milletin makus talihini yenerek, bahtı kara maderini kurtaran,(6)
Ve,
"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." diyen Atatürk'e sahipsin...
Suat Umutlu 18 Eylül 2025
Dipnotlar;
(1) Ahmet Zorlu https://www.facebook.com/share/p/1TgqCdHqR7/
(2)İsmet Orhan
https://www.toplumsal.com.tr/basardik
(3)Portakal Çiçeği Facebook sayfasından alıntıdır.
(4)Birhan Eroğlu
https://www.facebook.com/share/p/1B1JcWffxE/
(5)Gülsen Dede
https://www.facebook.com/share/p/19QFX8JN7S/
(6) İfral Turgut
https://adanaulus.com/kose-yazilari/vatanin_bagrina_dusman_dayamis_hancerini-163569.html