Her şey bir söz, bir nutuk, bir mantık, bir bellek ile mi başlar yoksa zaten beraberinde bir söze mantığa belleğe mi bürünür? Liberallerin, J. J. Rousseau’nun söylediği gibi son 300 yıldır bir söz sözleşme çağında mıyız, sözleşme kimler arasında olur, belleğe ne olur?
Türkiye, Bahçeli’nin bir sözü çağrısı ile “MHP-Bahçeli belleğini mi kaybetti?” diye sormak zorunda bırakıldı, Öcalan gelsin Meclisteki bir parti grubunda konuşsun diyordu, bu bir bellek kaybı mıydı, belleklerin silinmesi veya yeniden inşası mıydı, nereden çıkmıştı, bir stratejik kurgu ise neyin stratejisi idi, ne silinecek ne kurulacaktı?
Bellek hiç oluşmazsa n’olur? Mevcut her bellek ne anlama geliyor, her biri ayrı bir özgüllük ayrı bir politik güç mü, birlikteliklerin, ayrışmaların, dengesizliklerin ve çatışmaların birer parçası mı? Yeni bloklar, dengeler ve dengesizliklerde, kimliklerin, ulusların kuruluş, dönüşüm veya yıkılışında bir karşılığı var mı?
Tüm sözleşmelerin esnemesi ve yeniden gözden geçirilmesi aynı zamanda bellekle mi ilgili?
Dengesizlikler çok, denge nasıl kurulacak, liberallerin iddia ettiği gibi siyasal uygarlık söz sözleşme çağında mı diyalektik tarihi materyalistlerin iddia ettiği gibi emperyalizmin yeni hallerinin dayatmaları mı gelinen nokta? Ortada Trump ile birlikte başlayan mevcut anlaşmaların toptan gözden geçirilmesi fenomeni var, bu süreçte bellekler nasıl bir direnç oluşturuyor veya ne işe yarıyor? ABD Başkanı Trump, Kanada başbakanına “asla asla deme” diyor, gel yeni bir anlaşma yapalım. Son beş aydaki örnekleri;
ABD ile İngiltere, Kanada, Ukrayna, AB antlaşmalarını yenilemek üzere (Görünür ve görünmeyen yanı çok, hepsi müttefikler…)
ABD/İsrail ile Arap-Sünni ülkeler anlaşmak üzere (Görünür yanı Filistin, Lübnan, Irak, Suriye, İran-Yemen ama görünmeyen yanında tüm Ortadoğu var, Akdeniz var, Süveyş var, Afrika var, petrolden ticarete çok yan var, müttefiklikten öte…)
ABD ile Çin anlaşmak üzere (Görünür yanında sorun çok Tayvan, Güney Çin Denizi, Hint-Pasifik, Tibet, Uygur, para-BRICS, teknolojik üstünlük yapay zeka, ticari fazla…)
ABD ile Rusya anlaşmak üzere (En görünür yanı Ukrayna-Baltık sorunu, Balkan sorunu ama BRICS’ten nükleere Karadeniz’den, Avrupa’dan, Asya’dan, Amerika’dan Kutba pek çok konu…)
ABD ile Türkiye zaten anlaşık da yeni bir anlaşma daha yapıyor (görünür yanları NATO, BOP/ Suriye, Filistin, Kıbrıs, Ege, Ermenistan, Irak, Libya, Mısır, Afgan, Sudan, Somali, İran, Yemen ve daha pekçoğu…).
Türkiye için son süreçte içinin, içerisinin, dışının, dışarısının çok karışık olduğu bir yanda PKK ile, Öcalan ile görüşmeler diğer yanda Suriye’de, Şara ile birlikte yapılanlar en sıcak gündem. CHP ve muhaliflere çekilen operasyonlar, eğitimden askeriyeye ve ilmiyeye yapılanlar, Boğaziçi’den YÖK’e TÜSİAD’a, odalara, sendikalara yapılanlar da bu süreçlerin birer parçası mı, şimdilik bu soruları biraz paranteze alarak, özellikle PKK ile sürdürülen sürece ve Suriye’ye odaklanarak devam edelim.
Mevcut sözleşmelerin toptan yeniden gözden geçirilmesi dengesizliğin çok arttığı anlamına geliyor, yeniden nasıl bir denge sağlanacak, nasıl bir politika ve strateji güdülüyor, güdülecek, güdülmeli; bunda tarihi toplumsal belleğin yeri ne oluyor, bellekler de birlikte değiştiriliyor mu, değiştirilmeli mi? Somut yakın örnekte, Türkiye’deki Mütaşerik otoriter blok ile Suriye’de Şara ile sürdürülen süreç, aynı zamanda PKK arasında bir sözleşme arayışına kadar varacak süreç hangi ortak belleğin kalıntısı, etkisi ve sonuçları? Cumhuriyetin kuruluşu ve Lozan Antlaşması’nın bu ortak bellekteki yeri rolü nedir, neden böyle bir hafıza tartışmaya açıldı?
Rusya’dan bir değerlendirme ile devam edelim.
Rusya ve dünya: Ortak anlatılar ve hafızadan çok kutuplu tek değerli esnek ve çapraşık ilişkilere geçiş
Bu hafta Rusya’da II. Dünya Savaşı’nın galibi olarak 80. Zafer Günü kutlamaları vesilesiyle, Rusya Global Affairs'te genel yayın yönetmeni, Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanı ve Valdai Uluslararası Tartışma Kulübünün Araştırma Direktörü, özetle Rusya’nın resmi pozisyonunu yansıtan Rus Kanaat Önderi Fyodor Lukyanov; II. Dünya Savaşı’nın bellekteki yeri ve küresel siyasetin aldığı güncel biçimi şöyle yorumluyor:
“Zaman bizi insanlık tarihinin en büyük savaşından uzaklaştırsa da bunun anlamı azalmaz. Aksine, yeni formlarda yeniden ortaya çıkar. Beğen ya da beğenme, hafıza politik bir güç haline geldi. Bir ülkenin hangi topluluğa ait olduğunu giderek daha fazla tanımlıyor. Her ulusun savaşa dair kendi versiyonu olması beklendik bir durumdur. Bu revizyonizm değil. Farklı koşullar altında şekillenen farklı tarihsel deneyimlerin doğal sonucudur. (…) Anlatılardan birini empoze etme girişimleri gerçekçi olmamanın ötesinde tehlikelidir de. Odak noktası, tekdüzeliği uygulamak değil, farklı yorumlar arasında uyumluluk bulmak olmalıdır. Hafızayı siyasi bir silah olarak kullanmak, barışçıl uluslararası bir arada yaşamanın temellerini aşındırır. (…) Ülkeler kendi çıkarları tarafından şekillendirilen kendi geçmişlerini yazacaklar. Bu dışarıdan kontrol edilemez. Asıl mesele, farklı tarihsel anlatıların bir arada var olup olamayacağıdır. (…) Resmi basitleştirirsek, yakın günlere kadar dünya düzeni İkinci Dünya Savaşı'nın paylaşılan hafızası ve sonuçları üzerine inşa edilmişti. Bu artık bitti- ve onu destekleyen fikir birliği de öyle. Mevcut küresel durum geleneksel anlamda yeni bir düzen anlamına gelmiyor, ancak belki de yeni bir denge ortaya çıkabilir. Bu denge evrensel değerlere veya birleşik anlatılara değil, farklı yorumlar ve çıkarlar arasında barış içinde bir arada yaşama dayanacaktır. (…) çok yönlü, çok medeniyetli bir dünyada faaliyet göstermek için esnekliğe sahip olmak gerekiyor. Yeni uluslararası ortam - sonuçta ne şekilde olursa olsun - tek bir hegemonik merkez tarafından şekillendirilmeyecektir. Ve bu gerçeklik, Rusya da dahil olmak üzere herkesi uyum sağlamaya zorlayacaktır. (…) Ancak adaptasyon, birilerine tabi olmayla aynı şey değildir.” buradan ulaşabilirisiniz
Cumhur İttifakı ve PKK: I. Dünya Savaşı ve Lozan belleği bitti, ‘esnek’ politikalara mı geçildi?
Lukyanov; özetle artık ilişkilerin evrensel değerler veya ortak birleşik anlatılara dayalı olmadığını, Rusya’nın hafızasını yeni duruma uyarlama ve yeni esnek politikalara adapte olma kapasitesine sahip olduğunu, bu süreçte kendi anlatıları da dahil farklı anlatılara açık olunması gerektiğini, anlatıların da değiştirilebileceğini, yeter ki çok kutuplu çıkarlarda (Yani birbirine çıkar sağlamak üzere) uzlaşılmasını, ortak tek değerin kazanç/çıkar olmasında (kapitalizme ve emperyalizme) hazır olduklarını ileri sürüyor.
Rusya zaten 1990’da rotayı tümden başka yere kırmıştı. Türkiye 1945’lerde bunu zaten yapmıştı. Bununla beraber geriye kalan pek çok olgu da bulunuyor, bellek bunda bazen olumlu bazen olumsuz anlamda tutucu olabiliyor. Kim kazançlı çıkar kim daha kaybeder, bu çok ayrı bir konu ancak her şeyden önce bellekte de yeni anlaşmalara uygun esnemeler yaratılması gerekiyor.
D. Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a çağrısı bile söylemin, eski söylem biçiminin, mevcut belleğin esnediğini göstermeye yeter artar. PKK’nin kendini veya silahlı mücadeleyi feshi ile ilgili kongreyi toplaması ve kongre metni de bir hafıza değişimi/ esnemesi çağrışımı içeriyor.
Çok çeşitli anlatılar halinde de olsa cumhuriyet ve günümüz Türkiye’si hâlâ birincil düzeyde I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Lozan belleğine dayalı bulunuyor.
PKK’nin kongre metni en çok da Lozan ve 1924 öncesine dönme bakımından dikkat çekici bulunuyor. Bunu Bahçeli ve AKP’nin olumlu selamlaması muhatapların iki tarafında da bu hafızanın aşılmasına yönelik daha arka planda bir yakınlaşma olduğunu gösteriyor. AKP Osmanlı Hanedanlığı, fetihçilik ve şeriatçılık bakımından cumhuriyete ve cumhuriyetin resmi hafızasına hep belli bir mesafe içindeydi, artık MHP’nin de bu hafızaya mesafe aldığı anlaşılıyor ancak MHP’nin bu değişimi AKP ile aynı güdülere mi dayanıyor, bu henüz çok anlaşılmış bulunmuyor.
Aydınlanmacı ve sol belleğin tasfiyesi: İkinci cumhuriyet mi, cumhuriyet öncesi mi, mütaşerikleşme mi, neomuhafazakar liberalleşme mi?
PKK’nin Özal’ı olumlaması ile AKP’nin zaten kendini özellikle DP ve ANAP’ın devamı sayması aralarında söylem bakımından büyük bir yakınlaşma olduğuna işaret ediyor. Eski söylemle ağalık-aşiret-tefeci bezirgan düzen 1980’lerden bugüne MÜTAŞERİK (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliğine) evrildi. Kaygım o ki, bu mütaşerik otoriter blok giderek daha da genişliyor.
Kaygım o ki bu sürecin iki tarafta da aydınlanmacı yanın, cumhuriyetçi yanın, sol yanın daha da tasfiyesini getirmesidir. Bu ABD-Trump’ın da Cumhur İttifakının da istediği ve beklediği bir sonuç olur.
Aydınlanmacı ve sol yanın giderek tasfiye olması, Kürt Türk halklarının, Türkiye ve Ortadoğu’nun yararına mı olur, buna pek olumlu yanıt vermek mümkün gözükmüyor. Rusya ve Putin’in esnemesi de olmadık yönlere doğru esneyebilir.
Temel insan hak ve özgürlüklerinde, özgürleşmede, hümanizmde, eşitlik ve dayanışmada buluşmadıkça, bunlardan esnedikçe, varılacak yer kayganlaşıyor.
Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın tam demokrasi ve eşitlik, yaşasın özgürlük, yaşasın halkların kardeşliği. Bunlar, sözde de kalsalar iyi güzel idealler. Kahrolsun emperyalizm.
İşin somutu, Kürtçe ve diğer diller de bu toprakların belleği, ana dilinde eğitim sorunu çözülmesi gereken somut sorunun başında geliyor. Herkesin kimliğine saygı gösterilmesi zaten temel bir ilke. Seçim ilkesi de seçim ilkesidir, bir uygunsuzluk varsa, yine seçime gidilir. Bunların ötesinde milliyet sorunu bir hak ve özgürlük konusu mu, buna dair çok tartışma bulunuyor. Benim bireysel görüşüm, bir yanı çok daha kişisel diğer yanı çok daha enternasyonal bulunuyor. Daha mikroda ise en azından temel hak ve özgürlüklere dayalı eşitliği ilke sayan bir yurttaşlığın garanti edilmesi gerekiyor.
Elbette inkar da imha da kabul edilemez.
Demokrasi ve çoğulculuk, tek değerin kapital olduğu, kapitalistle kapitalistin kutup olduğu bir dünyada mümkün değil -böylesi olsa olsa paranın hegemon insanın tabi ve imha olduğu bir durum.
Eğer bir esneklik, bir eğilip bükülme olacaksa, yeni bir sözleşme yapılacaksa, en büyük imhaya yol açan kapitalizmden, emperyalizmden, etnosantrizmden yana değil, emperyalizmle mücadele belleğinin silinmesinden yana değil, insandan, toplumdan, doğadan, bilcümle halklardan ve yaşamdan yana, hak ve özgürlüklerden yana olması, böyle ilkelere ve böyle belleklere dayanması gerekiyor.
Bu bellekte emperyalizm ve yayılmacılık yanlısı Trump olumsuz, cumhuriyet, sosyalizm, bağımsızlık mücadeleleri ve diktatörlüğe karşı mücadele eden José “Pepe” Mujica olumlu tarafta yer alması gerekiyor.