BABAMIN RADYOSU

O sabah kahvaltıda babam yoktu. Aslında babam pek kahvaltı da yapmazdı. Gideceği yere erken ulaşmak için daha güneş doğmadan yola çıkar, belli bir yolu katettikten sonra bir ağaç altına ya da su başına oturup yanına aldığı yiyecekle karnını doyururdu.

BABAMIN RADYOSU

(öykü)

O sabah kahvaltıda babam yoktu. Aslında babam pek kahvaltı da yapmazdı. Gideceği yere erken ulaşmak için daha güneş doğmadan yola çıkar, belli bir yolu katettikten sonra bir ağaç altına ya da su başına oturup yanına aldığı yiyecekle karnını doyururdu.

Sanırım o gün de erken gitmişti.

Annem sofrayı kurarken ablam da ona yardım ediyordu. Kahvaltıda saç üzerinde pişirilmiş yufka ekmek, kendi ağaçlarımızdan toplanıp, kırıldıktan sonra salamura edilmiş yeşil zeytin, çökelek, tahinli pekmez ve domates vardı.

Annem, ablam, ağabeyim ve ben.. Sıcak saç ekmeği ile kahvaltı yapmak çok güzel oluyordu. Taze çökeleği yufka ekmeğin içine koyup dürüm yapıyordum. Kendi bahçemizde yetiştirdiğimiz domateslerin kokusu burnuma kadar geliyordu. Çok lezzetliydiler.

Annem yufka ekmeği yapmak için saatin kaçında kalkmıştı Allah bilir. Biz sıcak yatağımızda mışıl mışıl uyurken o erkenden kalkıp hamuru yoğurmuş, mayalanmasını beklerken akşamdan kalan ev işlerini de bitirmişti. Sonra da babamın yaktığı ocağın üzerine saçı koyup mis gibi taze yufkalar pişirmişti.

Babam bazen arkadaşlarıyla ava gider, dağ tepe dolaştıktan sonra ya gece yarısı ya da ertesi sabah gelirdi. Bazen kendimize ait tarlaya ektiğimiz buğday ya da pamuğu kontrol için Amik Ovası’na giderdi. Köyümüz zirvelerinden kar eksilmeyen Nur Dağları'nın yamacındaydı.

Ben daha okula başlamamıştım. Zaten köyümüzde okul da yoktu.

Bir yıl sonra evimizin bulunduğu yerde heyelan olacak, iki katlı evimizin zemininde derin bir yarık açılacak ve tüm köy halkı her şeyi geride bırakıp ya şehre ya da şehirlerarası yolun kenarına yapılan afet evlerine taşınacaktı. Ancak tüm bunların yaşanacağından o an kimsenin haberi yoktu. Nasıl olsun ki..

Günlerden cumaydı. Demek ki babam kasabaya gitmişti. Genelde hiç aksatmadan her cuma giderdi. Eskiden alnında beyaz bir leke olan atımız vardı. O zamanlar daha çabuk gider gelirdi. Atı dayıma satınca yaya kaldı. Toprak yolda en az on kilometre yürüyordu. On da geliş, yirmi kilometre. Az da değil hani.. Çoğu kere de normal yoldan gitmez, kısa olsun diye dere tepe patikadan yürürdü.

Hiç unutmam bir defasında beni de yürütmüştü o patikadan. Ve yaz günü bir yağmura tutulmuştuk ki hiç sormayın. Üzerimizde kuru iplik kalmamıştı. Ben az daha ayağım kayıp çamurlu suların gürül gürül aktığı dereye düşüyordum.

Babam evde olmayınca herkes daha bir rahat oluyordu. Yoksa sabahtan akşama kadar önüne gelene iş buyuruyor, milletin canını çıkarıyordu.

Aslında bir yere kadar o da haklıydı. Bahçenin bağın işi az değildi ki. Bir kişinin yapması mümkün değildi. Özellikle de zeytin hasadı başlı başına ağır bir yüktü.

O zamanlar bu iş için gelişmiş araç gereç olmadığından tüm iş insan gücüyle hallediliyordu. Olgunlaşan zeytinleri dallarından yerdeki naylon muşamba üzerine dök, sonra bunları çuvallara doldur, ardından da dev gibi değirmen taşında ezip, koca koca kazanlarda su içinde kaynatıp yağını çıkar.

Neyse ki yıllar sonra köye yakın bir yerde rafineri kuruldu da yöredeki tüm zeytin yetiştiricileri bu eziyetten kurtuldu.

Bu arada kışlık erzak hazırlama olayı da vardı ki o bambaşka bir çalışma gerektiriyordu. Odun, kömür, bakliyat, salça, yağ, çökelek ve çeşit çeşit meyve kurusu..

Zeytin ağaçları o yıl oldukça verimliydi. Tanelerin çokluğundan dalları sarkmıştı. Babam "haftaya çırpmaya başlarız" demişti, anneme.

Ağacın altına naylon muşamba serilip uzun sopalarla dallara vurarak çırpılmazsa olgunlaşan zeytin taneleri dallarından kopup yere düşüyor, hepsini tek tek elle toplamak gerekiyordu.

Artık bu işi yapan araçlar var. Bir ağaçtaki zeytinleri toplamak yalnızca birkaç dakikayı alıyor.

Öğleden sonra akraba çocuklarıyla harman yerinde oyun oynarken uzaktan bir türkü sesi gelmeye başladı.

Harman yeri evimize yakındı. Tarlamıza buğday ektiğimizde hasat edilen buğdaylar buraya getirilir, taneler başaklardan ayrılırdı. Atın ya da öküzün çektiği döven altında ezilen başaklar havaya savrulur, rüzgar buğdayı bir yana samanı bir yana atardı.

Biz çocuklara da ağırlık yapalım diye döven üzerine oturmak düşerdi. Dön babam dön.. Büyüklerin geçim için yaptığı iş bizim için bir oyundu.

Türkü sesi giderek bize doğru yaklaşıyordu. Biri türkü söylüyordu, ama kim?

Amcamın oğlu "Baban geliyor" dedi, bana. Dört arkadaştık. Oyun oynamayı bıraktık, babamın geldiği yöne doğru baktık. Uzaktaydı. İki elimi kaşlarımın üzerine götürüp siper yaptım, babamı daha net görmeye çalıştım. Her zamanki gibi patikadan değil de bu defa araba yolundan yürüyordu. Tepeden aşağı doğru inip bize doğru geliyordu.

Babam yaklaştıkça türkü sesi daha gür çıkıyordu. Allah Allah dedim içimden, babam türlü söylemez ki. Türkü söylemeyi bırak o yaşıma kadar herhangi bir müziğin mırıltısını bile duymamıştım ondan.

Babam geldi yanımızda durdu. Türkü sesi ondan geliyordu.

Türkünün biri bitmiş bir başkası başlamıştı. Önceki söyleyen erkekti, yeni türküyü bir kadın seslendiriyordu. Babamın üzerinde bir trençkot vardı. Aslında hava soğuk değildi. Genellikle de ceket giyerdi zaten.

Babam elinin birini arkasına götürdü, trençkotunun altına soktu "çıt" diye bir ses çıktı, türkü sesi kesildi. Ardından "haydi eve" dedi.

Oyun bitmişti. Dağıldık..

Birlikte eve geldik. Babam terlemişti. Kapının önündeki avluda trençkotunu çıkardı. Türkü sesinin çıktığı cihazı yani radyoyu da ilk kez o zaman gördüm.

Babam belinden eksik etmediği kuşağı ile sımsıkı bağlamıştı. Kuşağı çözdü radyoyu belinden alıp yan taraftaki sedirin üzerine koydu. Evdeki herkes radyonun başına birikti. Krem renginde, üzerinde tutacak yeri olan dört köşe minik bir sandığı andıran bir cihazdı.

Babam elini uzattı radyonun önündeki altın sarısı düğmesini çevirdi. Bir kadın sesi yayıldı etrafa. Bu sefer türkü değil başka bir müzik yayını vardı radyoda.

Hepimiz şaşırmıştık. Annem, "Bu da nerden çıktı?" dedi, babama.

"Nerden çıktıysa çıktı" dedi, babam. "İyi bir yere koy düşürmesinler. Üzerine de bir şey ört."

Babam radyoyu kapattı. Annem alıp içeriye götürdü.

Ertesi gün zeytin bahçesindeydik. Yere dökülenler de vardı. Önce onlar toplanacak sonra ağaç altına muşamba serilip dallardakiler çırpılacaktı.

Babamın radyosu ağacın biraz ilerisinde yere serilen küçük bir kilimin üzerine koyulmuştu. Tozdan topraktan korumak için iyice örtülmüştü. Babam gitti, üzerindeki örtüyü ucundan kaldırıp, radyonun düğmesini yavaşça çevirdi. Bir erkek sanatçının gür sesi ağaçlar arasında dalga dalga yayılıp, dağın yamacında yankılandı. İnsanın yüreğini titreten türküyü tüm köy dinliyordu.

"Hastane önünde incir ağacı / Doktorlar geliyor ölümden acı.."

Önündeki zeytinleri toplamakta olan annem başındaki tülbentin ucuyla yanaklarından süzülen yaşları sildi.

Ortanca ağabeyim askerdeydi.

Üzüntülü bir sesle, "Nerden getirdin bunu şimdi..?" dedi, babama. Ağlıyordu..

20.11.2025

Tekirdağ


Tuncay DAĞLI

24.12.2025 09:48:00

YAZARLAR


TGC: TEHDİT, HAKSIZ GÖZALTI VE TUTUKLULUK UYGULAMASIYLA HABER ALMA HAKKI ENGELLENEMEZ

MUSİKİDE MUHTEŞEM ZAMAN YOLCULUĞU

Düzgün COŞKUN Yazdı/ "BU KORİDORDA KAPILAR HABERCİLER İÇİN AÇIK"

Sabri ARPAÇ Yazdı / SON TORBA YASADAKİ VERGİ DEĞİŞİKLİKLERİ

BULUT, SİLİVRİ’DEKİ BAŞKANLARI ZİYARET ETTİ

SUAT HAYRİ AKARÇAY VEFAT ETTİ

TZOB: ÇKS KAYDI İÇİN SON GÜN 31 ARALIK 2025

Vahit ŞAHİN YAzdı/ YENİ ADANA GAZETESİ’NİN ARDINDAN…

İMO’NUN 71. KURULUŞ YILINDA EMEKTARLARA PLAKET

SANCAK ŞİRKETİNİ DEVRETMİŞ

ADANA’DA CHP’DEN İYİ PARTİ ZİYAETİ

AK PARTİLİ ŞAMİL TAYYAR: KARALAR TUTUKSUZ YARGILANMALI

GÖRÜR: ADANA HAVZASI ETKİ ALANINDA

ADANA TAŞKÖPRÜ 1960'LI YILLAR

GÜNÜN FOTOĞRAFI

Düzgün COŞKUN Yazdı/ SEYHAN DEVLET HASTANESİ ÇAĞIN GERİSİNDE Mİ KALDI!

KARALAR, İTİRAZ ETTİ, MAHKEME KARARINI BEKLİYOR