<strong>BİAT KÜLTÜRÜ</strong>

<strong>BİAT KÜLTÜRÜ</strong>






Erdoğan: “Biz Allah'tan emir alıyoruz. Onlar Kandil'den emir alıyor. Dini, bayrağı, ezanı olmayanlar Bay Kemal'i destekliyor'.





Millet İttifakının oluşumuna bakınca, Kandil suçlamasını geçiyorum. Ancak, demokrasilerde egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur, milletindir. Milletten emir alınır, millete hesap verilir. Başka hiçbir güç veya erkten emir alınmaz, başka hiçbir güç ya da erke hesap verilmez.





Biat kültürü ile yetişmiş birinin, bilerek, inanarak ve isteyerek yaptığı bir suçlama.





Peki, biat etmek nedir? Birinin egemenliğini tanımak, kabul etmektir.





Ülkemizde güçler ayrılığının temel bileşenleri olan yargı, yürütme, yasama, bürokrasi ve basın büyük bir baskı altında biat kültürü ile hareket eder hale gelmiş, devlet felç olmuştur.





Bu hukuksuz, haksız, adaletsiz tavır ve davranışlar nasıl gösterilebiliyor? Bence bunun altında yatan nedenlerden biri de sosyolojik bağlamda biat, yani itaat etme ya da sadakat kültürüdür. Oysa devlet yönetiminde sadakat değil, liyakat (layık olma) esastır.





Peki bu kültürün kaynağı nedir? Beş bin yıllık Ortadoğu despotik İslami devlet geleneği.






  • Daha dün, Osmanlı döneminde bu halk padişahların kulu olarak görülüyordu, yani tebasıydı.




  • Yaklaşık bin iki yüz yıl önce pagan olarak tanımlanan Türkler Orta Asya steplerinden zorla koparılıyor, satın alınıyor ve getirilip Abbasi halifelerinin kölesi yapılıyordu. Hanedanın muhafızları Türk kölelerdi.




  • Mısır’da üç yüz yıl hakimiyetini sürdüren Memluk Devletini kim kurmuştu? Köle Türkler.




  • Osmanlı sarayında görev yapan hadım ağaları ya da harem ağaları kimlerdi? Büyük oranda bugünkü Etiyopya’dan köleleştirilmiş ve kısırlaştırılarak Osmanlıya satılan kölelerdi.




  • Osmanlı padişahları, istisnalar hariç, savaşlarda ele geçirilen ya da köle pazarlarında satın alınan cariyelerin, yani kölelerin çocuklarıydı. 1600-1700 yılları arasında, yüz yıl boyunca Osmanlı yönetimini elinde tutan Hürrem, Kösem, Safiye ve Rabia Sultanlar aslında birer köleydi. Yönetim politikası gereği, Anadolu beyliklerinden genellikle kız almadılar.




  • Yeniçeriler nasıl oluşturuldu sanıyorsunuz? Avrupa’dan akınlarda, baskınlarda ele geçirilen kölelerin beşte birine devletçe el konularak oluşturuldu. Yeniçeriler, tavlada bildiğiniz “penci yek” ordusuydu.




  • Size kapıkulu oğlanları ya da askerleri diye öğretilenler köle değil miydi?





Peki neden böyle yapıldı?





Amaç, bu askerlerin diğer illiyet, sadakat vb. bağlarını koparıp atarak sadece padişahı bilmeleri, ona hizmet etmeleri, ona biat etmeleri, böylece düzenin sürmesi amaçlanıyordu.





Biat ilişkisinin sürmesi için de din ve mezhepler - günümüzde ırk ve etnik ilişkiler- kullanılıyordu. Zaten bütün tarihi boyunca dinler, ırk ve etnik ilişkiler, yönetenlere payanda oldular, destek verdiler. Buna karşılık yönetenler de dinlerin yaşayabilmeleri için her türlü desteği verdiler.





Örnek mi istiyorsunuz? Konstantin kendi çıkarları için Hristiyanlığı kabul edip diğer din ve inançları bastırmasaydı Hristiyanlık bu kadar büyür müydü? Türk hakanları kabul etmeseydi İslamiyet bugün ne durumda olurdu?





Dönelim tekrar biat konusuna.





1920 li yıllar. Ülkenin dört yanı ateş çemberi. Paylaşmış Anadolu’yu emperyalistler. Ama hesap edememişler Mustafa Kemal’i ve milli mücadeleyi. Mustafa Kemal, emperyalizme karşı bağımsızlık bayrağını açıp ulusal kurtuluş mücadelesini başlattığında, bu biatçılar ne yaptı?





İngilizlere biat eden Padişah Vahdettin ve Şeyhülislam Mustafa Sabri, Ali Kemal gibi İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyetinin üyeleri ölüm fermanı yayınladı Kuvvacılar için. “Mustafa Kemal’in katli vaciptir” diye fetva verdiler. Anzavur, Delibaş ve Çapanoğlu’nu saldılar kuvvacıların üstüne.





Bugünkü biatçılar ne yaptı?





“Kurtuluş savaşını keşke Yunanlılar kazansaydı” diyen, “Atatürk’e muhabbeti olanlar benim cenazeme katılmasın” diyen Fesli Kadir Mısıroğlu’nun cenazesinde hükümet düzeyinde saf tuttular. İşte başımızın belası, geçmişten gelen bu biat kültürüdür. Bu öyle bir kültürdür, alışkanlıktır ki bu toplumun genlerine işlemiştir. Bu kültür bu toplumun ayağındaki prangadır.





Mustafa Kemal’in yapmak istediği de bu prangayı söküp, bu toplumu özgürleştirmek, bağımsızlaştırmak, tebalıktan, yani kulluktan, köle ruhundan kurtarıp birey yapmaktı.





Başarılı oldu mu? Tabi ki oldu. Bugünkü anti demokratik dayatmalara, zorlamalara, toplumu değiştirme oyunlarına karşı bu direnç elbette bunun sonucudur.





Demokratik, parlamenter sistemden tek adam diktatörlüğüne geçiş sistemi de bu nedenle, yani toplumun direncini kırmak için dayatılmıştır bu ülkeye.





Daha da kötüsü var: Devle Kuramı. Abbasi klanı, savaşta Emevileri yenerek iktidara geldiklerinde 'Devle' kuramını ortaya attı. Peki, İslam dünyasında neler yaşandı da bu kavram geliştirildi?





Hz. Muhammed sonrası çok kanlı bir iç savaş süreci yaşandı. Görev yapan dört halifeden üçü öldürüldü. Bitmedi, iktidar mücadelesinin sonucu olarak Cemel Vakası ve Sıffin savaşlarında tam seksen üç bin insan yaşamını yitirdi. İslam dünyası tam bir şoka girdi, olup biteni anlamakta zorluk çekiyorlardı.





İşte bu süreci aşabilmek için bu kavram geliştirildi. Ne diyor Devle kuramı?





'İktidarı ele geçiren ve elinde tutmayı başaran bireyler veya hanedanlar; Tanrı’nın lütfuna erişmiş, dolayısıyla ahlaki olarak desteklenmeye layık kişilerdir. Tanrı’nın lütfuna erişmiş olanlar, zalimce davransa bile onların yönetimine yine de katlanılmalıdır.'





Dikkat! Yöntem ne olursa olsun, iktidarı ele geçirenler ve elinde tutmayı başaranlara her koşulda sorgulamadan, yargılamadan biat edilmeliydi.





Sevgili okur!





Ben tarihe zaman-mekân açısından yaklaşırım. Bugünün penceresinden bakıp bin yıl öncesini yargılamam, ancak değerlendiririm. Yukarıda sıraladığım tarihi olayları asla yargılamam, çünkü yaşanmış bitmiştir.





Ben tarihi olmuş, bitmiş, yaşanmış kabul ederim. Bugünü değerlendirmek bağlamında geçmişten ders çıkarmak için veri olarak kullanırım.





Dünya insanlık tarihini az buçuk izleyen birisi olarak; bireysel hak ve özgürlüklerin zirve yaptığı günümüz dünyasında insanların halâ birilerine biat etmesini, bağlanmasını, birilerinden emir almasını, özgür iradesini ona teslim etmesini anlayamıyorum.





Beni Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nde beş yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti okuttu. Ben bugünlere Cumhuriyetin ebeveyn (ana ve baba) şefkatiyle geldim. Bu Cumhuriyet, bu devlet benim ebeveynimdir.





Her evladın ebeveynine karşı borcunu ödemesi, sorumluğunu yerine getirmesi de en asli görevidir.





Sonsöz: Kuyruğu dik tutun! “Dünya gene de dönüyor!” demiş Galile.





Mahmut TEBERİK





Endüstri Mühendisi



Mahmut TEBERİK

7.05.2023 14:34:09

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI