"Modern kapitalist toplumda çocukların radikalleşmesine engel olması beklenen kurumlar, kriz anlarında çocukları sadece sınıflandıran, suçlayan ve dışlayan mekanizmalara dönüşebiliyor.
Psikoloji, hukuk ve güvenlik sistemleri birlikte çalışamadığında, çocuklar sistemin kurbanı hâline geliyor…" - Mustafa PALA
“Dünya izlerimizle kaplı
Yaralarımızı boyayla gizliyoruz
Onların ekşi yalanlarla vaaz verişini izle
Ben bu dünyayı bir çocuğun gözlerinden görmek isterim
Bir çocuğun gözlerinden…
Karanlık zamanlar gelip geçecek
Bazen sadece onun gülümsemesini görmeye ihtiyacın olur
Ve annelerin kalbi sıcaktır, yumuşaktır
Ben bu dünyayı bir çocuğun teninden hissetmek isterim
Bir çocuğun teninden…” (…)
Aurora Aksnes’in (1) bu dizeleri, adeta bir aynada insanlığın yüzünü bize gösteriyor:
“Dünya izlerimizle kaplı / Yaralarımızı boyayla gizliyoruz / Onların ekşi yalanlarla vaaz verişini izle…”
Bu sözler, modern dünyanın gürültüsünde boğulan bir gerçeği haykırıyor: Çocukların saf bakışları, sistemin utancını ve insanlığın körlüğünü yüzümüze çarpıyor.
“Ben bu dünyayı bir çocuğun gözlerinden görmek isterim,” diyor Aurora.
Peki, biz bu cesareti gösterebiliyor muyuz?
Adolescence...
Netflix’in dört bölümlük mini dizisi , ki gençlik psikolojisi, aile dinamikleri ve dijital çağın etkileri üzerine güncel bir bakış ortaya koymak amacıyla; ortalama 55’er dakikalık bölümlerinin her birinde “5N 1K soruları” soruyor.
13 yaşındaki Jamie’nin sınıf arkadaşını öldürmesi üzerinden hem bu sorulara yanıt arayan hem de bir suçun hikâyesini değil, bir çocuğun gözlerinden sistemin çatlaklarını anlatan bir dizi...
Öyle ki izleyiciyi olayın içine çekiyor; okul koridorlarında, aile sofralarında, sosyal medyanın karanlık dehlizlerinde kaybolan bir çocuğun sessiz çığlıklarını hissettirmekle kalmıyor, Jamie’nin hikâyesi, “Ne oldu?”dan çok “Neden?” sorusuyla da hepimizi rahatsız eden bir aynaya dönüşüyor.
Yaraları Boyamak Kolay, Görmek Zor:
Mustafa Pala’nın (2) analizinde çarpıcı bir metafor var: “Yaraları boyamak.”
Evet, sistem tam da bunu yapıyor. Eğitim, aile, medya, adalet mekanizmaları…
Hepsi, çocukların yaralarını kapatıcıyla örtme telaşında. Zorbalık, dışlanma, dijital linç, yalnızlık… Bunlar okul koridorlarında, evlerin salonlarında, ekranların parlak yüzeyinde sessizce büyüyor.
Ama biz, yüzeysel çözümlerle, sosyal medya kampanyalarıyla, “fırsat eşitliği” söylemleriyle bu yaraları “hallettik” sanıyoruz. Oysa yara kanıyor ve o çocuklar susarak çığlık atıyorlar.Aurora’nın, bir çocuğun gözlerinden bakma arzusu da bu gerçeği hatırlatıyor: Çocuk gözü filtrelemez. “Sen yalan söyledin,” der, “Sen beni görmedin…” der...
İşte bu yüzden korkarız o bakışlardan, zira çocuklar, sistemin sahteliğini siler ve bizi kendi çıplaklığımızla yüzleştirir.
Nurullah Ataç’ın (3) sözü burada yankılanıyor: “Gözle bakarsınız, akılla görürsünüz.”
Çocukların gerçeğini anlamak, bakmaktan öte, görmeyi gerektiriyor. Ama biz, görmeyi öğrenmedikçe, o sahne hep eksik kalıyor olacaktır.
Sessizliğin Çığlığı:
Modern dünyanın gürültüsü ,siyasetin bağrışları, sosyal medyanın çığlıkları arasında bir çocuğun sesi kolayca kayboluyor gibi görünse de, bilin ki o ses, korkuyla, öfkeyle, ama en çok da gerçekle konuşuyordur.
Hatta, Aurora’nın dediği gibi, “Bazen gülümsemesini görmeye de ihtiyacımız olur.” Ama o gülümsemeyi hak etmek için, önce çocuğun varlığını, acısını, duygularını kabul etmeli,sadece yaşamasına değil, insanca yaşamasına da izin vermeliyiz.
Bir çocuğun sessizliğine kulak tıkamak ise derin bir ihanettir, zira sessiz bir çocuk toplumun aynasıdır ve o aynaya bakmaktan korkuyorsak, sorun o çocuk da değil, bizim taaa içimizdedir.
Adolescence dizisi bu aynayı önümüze koyuyor. Jamie’nin yalnızlığının, dışlanmasının ya da dijital dünyada karşılaştığı o karanlık ideolojilerin pek çok çocuğun hikâyesi olduğunu yansıtıyor, o aynada...
Biliyor musunuz,?
Bu hikâyeyi koruması gereken sistem okul, aile, adalet çoğu zaman geç kalıyor, hatta o çocuğu daha da derinlere itiyor. Ama Mustafa Pala’nın uyarısı da net:
Bütün suçu sisteme yıkıp elini kolunu bağlayarak oturmak, sorumlu bir birey için var olma nedeninin inkârıdır.
Çözüm, zincirin tüm halkalarının aynı dili konuşmasında: Eğitim, aile, medya, hukuk… Ki, her biri, çocuğun yarasını gerçekten görmeli, kabul etmeli, birlikte iyileştirmelidir. Bir öğretmenin, bir ebeveynin, bir yurttaşın küçük bir müdahalesi, suya düşen taşın halkaları gibi yayılabilir.
Jamie’nin gözlerinden yansıyan dünya hepimizin eseri, ki O dünyayı değiştirmek de bizim elimizde...
Mesela,Aurora’nın dizelerindeki “Dünyayı bir çocuğun teninden hissetmek.” ten ne anlıyoruz?
'Göz görür, ten hisseder' derler,ki acılardan, kirli politikadan, çıkar ilişkilerinden arınmış bir duyumsama halidir.
Çocukların masumiyeti, bize unuttuğumuz bir şeyi hatırlatır: Gerçek iyileşme, o yaraları gizlemek değil göstermek ve cesaretle yüzleşmekten geçer. Zaten aksi durum geçici bir kaçıştan başka bir şey değildir.
Yine, o yaraların bazen fiziksel olmadığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir söz, bir bakış...
Çocukların görünmez yaraların en sessiz taşıyıcıları olduğunu bilelim ve konuşalım, duyalım ve dokunalım. Bir çocuğun acısını anlamadan, bir toplumun geleceğini asla inşa edemeyiz.
Aurora’nın şiiri, Adolescence’in hikâyesi ve Ataç’ın felsefesi bize aynı soruyu soruyor: O çocuğun sessizliğini duyuyor musunuz? Eğer cevabınız hayırsa, hikâyeyi eksik okumuşsunuz demektir.
Son olarak:
Adolescence dizisi, yalnızca bir suçun değil, bir toplumun vicdan testini ekrana getiriyor.
Aurora’nın şiiri ise bu sınavın cevap anahtarı gibi:
Yüzeydeki makyajı, boyayı, gizlemeyi lütfen silin ve içeri bakın, o çocuk orada hâlâ sizi bekliyor olabilir.Onun gözünden bakarak, geleceği de kendinizi de yeniden inşa edin...
Suya düşen taşın yarattığı etki gibi, en yakınımızdan başlamak, çözümü dalga dalga büyütmek birinci görevimiz olmalı...
“Her çocuk, yarının mimarıdır; fakat o mimarın önce anlaşılmaya, sevilmeye ve yön gösterilmeye ihtiyacı vardır.
Çocukları anlamayan bir millet, geleceğini kavrayamaz, zira yarını kuracak eller, bugünün sessizce izlenen elleridir.”
Öyle değil mi?
Suat Umutlu / 19 Haziran 2o25
Dipnotlar:
(1)Aurora Aksnes (AURORA),Norveçli söz yazarı ve yapımcı. 1996 doğumlu. Sanatsal derinliği, çevresel aktivizmi ve doğa temalı içerikleriyle kendine özgü bir pop şarkıcısı.
(2)Mustafa Pala,1959 Kırklareli doğumlu. Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı’ndan mezun. Özellikle mustafapala.blog adlı kişisel internet sitesinde sanat, edebiyat, yaşam, şiir, sinema ve dil üzerine güncel yazılar yayımlıyor. Yazılarında, Atatürkçü, kültürel ve entelektüel temaları öne çıkaran metinler yer alıyor .
https://mustafapala.blog/2025/06/09/yaralari-boyamak/
(3)Nurullah Ataç,1898’de İstanbul’da doğan Cumhuriyet dönemi edebiyatının önde gelen denemeci, eleştirmen ve çevirmenlerinden. Galatasaray Lisesi mezunu olan Ataç, çok sayıda Fransızca eseri Türkçeye kazandırmış; modern deneme türünün gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Yazdığı yaklaşık 4.000 deneme ve eleştiriyle Türk edebiyatında sert üslubu ve özlü Türkçesiyle iz bırakmıştır. 1957’de vefat etmiştir .