Mevlevi çilesi sırasında bestelediği şarkılar III. Selim’in ilgisini çekince, saraya davet edildi. Artık Sarayın bestecisi ve musiki hocası olmuştu.
1802 yılının ilk aylarında evlendi. İki oğlu, bir kızı oldu.
1804’ten itibaren uğursuzluk dönemi başlamıştı sanki. Önce çok sevdiği Ali Nukti Dede’yi kaybetti. Hemen ardından 3 yaşındaki oğlunu, sonra annesini ve iki yıl sonra da ikinci oğlunu kaybetti. Bu kadar acı yetmezmiş gibi kızının ölümünü de gördü.
Özellikle, büyük oğlunun acısı onu çareyi notalarda aramaya itti. “Bir Gonca Femin Yaresi Vardır Ciğerimde” isimli eser bu acının ifadesidir. Büyük dediğime bakmayın, henüz beş yaşındaydı.
Bayati makamındaki bu mersiye, Türk müzik tarihinde kişisel bir konunun işlendiği ilk eserdir.
Der ki büyük bestekar;
Bir gonca femin yaresi vardır ciğerimde.
Ateş dökülürse yeridir ah-ı serimde.
Her lahza hayali duruyor didelerimde.
Takdire ne çare, bu da varmış kaderimde.
Adını söylemez ama herkes bilir gonca ağızlının, bir sevgili değil o minik oğlu olduğunu, o yaranın her an ciğerini yaktığını, başına sanki kaynar sular döküldüğünü, hayalinin her an gözlerinin önünde olduğunu. Ama her şeye rağmen “alın yazısı” diyerek, kaderine razı olur, Koca Dede Efendi.
Dede Efendi bu şarkıyı söylerken, her mısradan sonra öyle bir “ah” çekermiş ki, dört bir yandan duyulurmuş. Ancak “ah”ları bittikten sonra gerçek dünyaya dönermiş.
Nerelerde, hangi dünyalarda dolaşıyordu acaba, o gerçek hayata dönünceye kadar?
NE ANLATMAYA ÇALIŞIYORUM Kİ BEN?