Perşembe'nin bitimine ve Cuma'nın başlamasına yarım saat kala yani saat tam 23,30'da kapı çaldı.
Telaşla fırlayıp açtım.
Kapının ağzında tuhaf biri duruyordu.
Arkamdan fırlayıp gelen sevgili kedimle birlikte adamı şaşkınlıkla izliyoruz. Orta boylu, ak sakalı göğsūnde saçı tepeden açılmış, sakin bakışlı biri.
Beyaz yatak çarşafını giysi niyetine vūcuduna dolamış gibi. Çok eskilerden sanki Roma senatosundan çıkıp gelmiş bir senatör havasında.
Gūlūmseyerek bir şeyler söyledi anlayamadım.
Elimi ve kolumu da kullanarak "anlayamıyorum neyce konuşuyorsun?"dedim.
O da el-kol hareketiyle "Yunanca" dedi.
Yine elimi kolumu sallayarak "Yunanca bilmiyorum"dedim. O da"ben de Tūrkçe bilmiyorum"dedi.
yine elini kolunu sallayarak.
"O halde alt yazılı konuşalım" dedim. Başını salladı.
Ben Tūrkçe o Yunanca konuştukça ve konuşmalarımız çevrilip alt yazı olarak altımızdan geçmeye başlayınca anlaşmaya başladık.
Adı Hipokrat'mış. Yunanistan'dan geliyormuş." Hadi yaaa! şu bizim Hipokrat mı?"dedim. " Evet valla, istersen Hipokrat yemini edebilirim" dedi.
Gözlerinin içine baktım. Kahverengi gözleri doğru söylūyordu.
"Buyrun ne istemiştiniz?" dedim.
"Malûm bugūn Cuma ya" dedi. (Saate baktım 00.10'u gösteriyordu. Yani Cuma olmuştu). "heye"dedim.
Çevirmen heye'yi çeviremedi. "Evet"diye dūzelttim.
"Cuma sözūnū ben söylemek istiyorum"dedi. Şöyle bir baktım. Koca adam taaaa 2300 yıl öncesinden Yunanistan'dan kalkıp gelmış. Ayıp olmasın.
"Peki söyleyin"dedim.
Sol eli göğsūnde, sağ elini havaya kaldırarak dramatik bir şekilde "MUTLULUK, YALNIZCA ACININ AZALMASIDIR" dedi.
"Sahi mi?" dedim. Hūzūnlū bir ifadeyle başını salladı.
"Kapı ağzında kaldınız buyrun bir kahve içek" dedim. Çevirmen bu kez de "içek" sözcūğūnū çeviremeyince "içelim" diye dūzelttim.
"Teşekkūr ederim, gelirken köşe başında şırdan yemiştim, şalgam da içtim" dedi. Ve çekti gitti.
Dikkat ettim şırdan Yunanca'da "schırdan" şeklinde söyleniyor.
Aydın Sihay
Bir Cuma günü