Kurak havaların meyve ağaçlarına/ tarıma zarar vermesiyle başlayıp, ardından tarımsal don olayıyla süren “umarsız sesler” pazar esnafından tutun/ pazardan alışveriş yapacak olanları da kara kara düşündürmeye yetti! Ne esnaf hoşnut satışından ne de alıcı hoşnut alışından… Ama bununla da bitmedi ki; yalnız temel gereksinmeleri alırken değil, havanın azman sıcaklığından/ sıcaklığın psikolojileri etkilemesinden, yurttaşların istediği gibi dinlenememesinden, bir de buna aymazca elektriklerin kesilmesinin eklenmesinden herkes yoruldu!
Çevrenize “meraktan” değil, yaşananları kanıksamak için “bir kez” olsun “anlayarak” bakın; kim ne yapıyor, yüz çizgileri solgun mu, gülümseyebilir mu, bastığı yerler sağlam mı, tutunduğu dal var mı? Bunlar ne denli “günümüzde” konuşulmuyor olsa da yaşam sürerken insanın gereksinebileceği şeyler! İnsan, çalışmaya olduğu kadar eğlenmeye/ dinlenmeye/ şakalar yapmaya/ gülebilmeye de gereksinimi var; unutmayalım bunu!
***
Kimi katmanlardan “Yeni Türkiye” diye bir söylem yükseliyor biliyorsunuz! “Yeni” derken, sanki insanların yaşamına ışık saçmış/ biraz daha alım gücü yükselmiş/ gelecek kaygıları kalmamış/ ağrısız-acısız uyunuyormuş gibi içi doldurulmaya çalışılıyor! Bir de insanların gözlerine bakarak, bir de gelecekleri körelmiş gençlere söylev sunarak, bir de emekliye/ ücretliye “enflasyona kimseyi ezdirmedik” yalanlarını yineleyerek…
Her “devrim” ilerici olmayacağı gibi, her “yeni” de iyi değildir! Bir değişimin “devrim” sayılabilmesi için, yurttaşın yaşamına dokunan/ iyileşen/ yaşanılacak gün yüzü gösteren köklü başkalıkların olması gerekir! İnsanlar doyabiliyorken, üreticiler toprağı kolayca ekebiliyorken doyulmaz/ ekilmez biçime dönüşülmüşse bunun adı “devrim” değil “değişim” açıklanabilir; üstelik “gerici” bir değişim! Aynısı “Yeni Türkiye” için de geçerlidir! Eskisinde insanlar doyabiliyor, eskisinde üreticiler ekebiliyorken bugün zorluk yaşanıyorsa “değişim” gibidir!
***
Siz hiç “güvenilir” olup olmadığınızı sordunuz mu kendinize? Ya da “kimlerin” size güvendiğini, ya da “kimlere” sizin güvendiğinizi sorduğunuz an oldu mu? “En güvenilir benim” demeyin, ya da “çok güvendiğim var” demeyi denemeyin! Özellikle son çeyrek yüzyılda “birbirine güvenen” bir toplum oluşturmak istemediler! Her şeyi “güvenmeme” üzerine kurguladılar!
Şimdi örneğin bir hastaneye gittiğinizde doktorun doğru bulgulara ulaştığına güveniyor musunuz, ya da doktorun sizin rahatsızlığınıza çözüm üretecek denli bilgili/ birikimli olduğuna inanıyor musunuz? onu bir yana bırakın marketten aldığınız salamın, peynirin, yemeklik yağın, ekmeğin “sahte/ tağşiş” olmadığı konusunda rahat mısın? Ya da ne bileyim; yönetenlerin “o” koltuğa layıklığı, sana gösterdiği diplomasının gerçekliği, aldığını söylediği lisans diploması “sahte mi/ tağşiş mi” olduğu konusunda en içten biçimde söyleyeceklerin var mı? Şu an, yukarıda sözünü ettiğim, “iktidarın” öğünerek anlattığı “Yeni Türkiye”de bunların hepsi var, üstelik “düşünmek” kadar da suç sayılmıyor!
***
Aklı zorlayan “sahtecilik” olayları karşında, şu an zorluk yaşayıp da “hakkım yenildi” demeyen kaç kişi kaldı, “iktidarı” zorla gündemde tutanlardan başka bilmiyorum! “Sahtecilik”, yanız “iktidarda” demiyorum, “sahteciliğin” bir yaşam biçimi durumuna getirildiğinden söz ediyorum! Onun için de bu yurdun yurttaşının birçoğunun “haklarının” yenildiğini söylüyorum! Uzun yıllar iş bulamayan çocuklarımın, uzun yıllar boyunca “iş arayıp da” bulamayan milyonlarca yurttaşın “haklarının” çalındığından söz ediyorum! İstediğiniz kadarını sayabilirim!
***
“Güven yitimi” konusu “tohum” gibidir; ekildiği toprağı/ serpil toplumu çürütür! İnsanlar “biat” etmeye sürüklenirken bir yandan da yaşanan olumsuzluklara “şükrettirir”! Yaşamın neresine/ hangi evresine bakarsanız bakın, çocuğundan/ yaş almışına herkesin “sahte” olayının içinde olmasını düşünmek bile çürümüşlüktür! Bu çocukların hangi okula gideceklerine, hangi bölümü/ nerede okuyacaklarına bırakın kendileri karar versin diyemiyorsunuz! Arkadaşlıklar bölünsün diye daha ilkokul sıraların ardından çocuklar başka okullara dağıtılıyor “sınav var” denilerek; üstelik “sistem” aracılığıyla, üstelik bir sürü “sahtecilik/ kirlilik/ haksızlık” konuları bastırılarak!
Havanın sıcaklığı Adana’da ne ki; Çocuklara, daha ilkokul sıralarında “sahteciliği” de, başka “kirlilikleri” de “hak yemeyi” de öğretmiş olduk! İyi mi sizce