Oktay EROL

Tarih: 27.03.2016 15:00

‘Dur’ demeden…

Facebook Twitter Linked-in

Söylenenleri duymaktan, duyacak ‘yerlerimizin’ acıya dönüşmesinden; rüzgarın önünde duramayan, güçsüz, köksüz, omurgası cılız bitkiler gibiyiz…

‘Kökünü kazımak…’

‘Hesabını sormak…’

‘Boyun eğmemek…’

‘Dimdik durmak…’

‘Korkusuzca yürümek…’

‘’Güzel günler görmek…’

Dahasını yazmama gerek var mı?

İçi boşaltılmış, anlamları çıkarılmış, her terör olayının ardından ‘söz söyleme yetkisi’ taşıyanların içtensizlik yüklü konuşmalarına tanık oluyoruz!

***

‘Söz’ söylenmek için değildir başta; omuzlanacak, kaldırılabilecek, erdemi taşıyabilmek içindir.

Düşünürün ‘kaldıramayacağın yükü sırtlanma’ demesi bundandır.

Çünkü ‘kaldırılamayacak yük’ taşıyıcıyı ezer!

‘Taşıyıcı’ kendini toplumun ‘sözcüsü’ saymışsa da, toplumu yaralar!

İçinden çıkılması ‘zor’ tanımlı olayların egemenliğini gündemden indirmez!

Ankara yaralanır!

İstanbul yaranır!

Diyarbakır yanar!

Ülke kan ağlar…

***

Söyler misiniz; ülkeyi ‘yaşanılır’ olmaktan uzaklaştıranların, teröre ödün verenlerin, insanın mutsuzluğundan ‘utku’ üretenlerin önüne ‘set’ olabilecek oluşumları üretmek bu denli zor mu?

Yaşamda ‘var’ olduklarını, sistemi ‘avuç içi’ gibi bildiklerini, yaptırım güçlerini söyleyenlerin yapacakları yok mu?

Yoksa, neden ‘varlıklarından’ söz ederler?

Varsa, neden ‘yok’ gibiler?

Neden ‘gözyaşına’ boğulur ülke?

Neden ‘içleri’ boşaltılmış tümceler varsıllığını korur?

***

Terör, yıldırıcılıktır!

Öyle bir ‘yıldırıcılık’ ki; sokaklar boşalır,

Çarşılar cılızlaşır,

İnsan yüreği korkuya yönlenir!

‘Yılmadık’ denilmesi, en etkisiz esintilerde bile savrulur!

Bakmayın ‘siz’ alanlarda binlerce ‘korumalar’ eşliğinde söylenenlere!

Bakmayın ‘siz’ tel tel olmuş ses telleriyle kalabalığa ‘coşku’ taşıdıklarına…

‘Çıkmazda’ oluşlarından, ‘yılgıya’ karşı koyamayışlarındandır…

***

Evlerinden çıkışlarında ‘dönüş’ düşüncesiyle; sevdikleri yurtlarının sokaklarında, caddelerinde, mağazalarında, ofislerinde, tüm iş alanlarında ‘yaşam’ kavgalarını sürdürmek uğruna ‘yurttaş’ var olmalı, korkmamalı, gülebilmeli, umut taşımalı, çocuklarını sevmeli, eşlerini sarmalı, değerlerini paylaşmalı…

Bir kendini bilmezin, bir yaşamı görmezin kendin ‘parçalayarak’; yakınında ‘ne’ varsa parçalara ayırması karşısında, toplumun ‘sözcülerinin’ bu denli duyarsız, bu denli umarsız, bu denli de içi boşaltılmış-anlamsızlaştırmış tümcelerle açılan yaraya, kanayan yüreğe ‘merhem’ olduğunu sanmasına ‘dur’ demek gerek…

‘Dur’ demeden, yaşam yaşanılır olmayacak!
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —