Öyle hasret kalmışız ki, cesur insanlara… Öyle özlemişiz ki, otorite karşısında kendi fikrini savunanlara… En küçük bir davranışı kahramanlık sayıyoruz. Halbuki o sadece görevimiz gereği, vicdanımızın bize yüklediği sorumluluk.
Narin’i konuşuyoruz günlerdir. Küçücük bir köy. Dikkat ettiniz mi, herkes herkesin hangi saatte nerede olduğunu biliyor. Yediden yetmişe herkes birini görünce sanki hemen saatine bakıyor ve beynine kazıyor. “Hayır onu 09:15’te değil, 09:17’de görmüştüm,” diyor. Herkes her şeyi biliyor, ama sürekli yalan söylüyor. Çünkü korkuyor. Çünkü cesur değiller. Çünkü namus, onur ve ahlak telakkileri farklı. Çünkü…
Büyük bir hastane. Ameliyat bitmiştir. Genç hemşire,
-“Doktor, Siz 11 tampon çıkardınız, halbuki biz 12 kullanmıştık,” der.
-“Ben hepsini çıkardım”, der operatör, “Yarayı artık kapayabiliriz.” Hemşire ısrar eder,
-“Biz 12 tampon koyduk.” Operatör
-“Sorumluluğu ben üzerime alıyorum,” der hiddetle, “Yeter.” Hemşire sesini yükselterek,
-“Bunu yapamazsınız”, der. “Hastayı düşününüz.”
Operatör bu sefer gülümser, ayağını kaldırır ve hemşireye 12’nci tamponu gösterir. Sonra şefkatle;
-“Aferin kızım,” der. Operatör onun dürüstlüğünü sınamış ve genç kız sınavı kazanmıştır.
Dürüstlük mecbur olmadığımız şeyi yapmaktır. Kimse sizi içinizdeki en iyi cevhere göre yaşamaya mecbur edemez. Hiç kimse sizi vicdanınızın kabul etmediği bir şeyi yapmaya zorlayamaz. Dürüst insan bunları kendiliğinden yapar.
Ben “Keşke,” diyeyim, siz gerisini anlayın. Dedim ya, dürüst olmak cesaret ister. Bir de insan olmak.
VE KEŞKE, BİR DÜRÜST KİŞİ ÇIKIP DA NARİN’İN NE GÖRDÜĞÜNÜ SÖYLESE.