Edebiyatımızın temel taşlarından biri.
Cumhuriyetin genç bir neferi olarak Anadolu’yu adım adım dolaşmış, halkı
tanımış, bir yandan aşk şiirleri yazarken bir yandan da Anadolu insanının
çileli yaşamını dile getirmiş; bir yandan şiirimizin millileşmesi için
çalışırken, bir yandan da Türkçenin gelişmesine büyük katkı sağlamış bir
büyük edebiyatçı.
Tıp Fakültesinde
okurken pek de makbul olmayan son derece bir kadına aşık olmuştu. Üstelik kadın
bir hayli de çirkindir. Uyarırlar arkadaşları. Ama hiş bir yararı olmaz.Çünkü
aşk laf dinlemez, sınır tanımaz.
Çirkindir kadın ama önemli olan sevgilin nasıl göründüğü mü, yoksa sevenin
sevgiliyi nasıl gördüğü müdür? Hani şu Kerem’in, “Siz Aslı’yı bir de benim
gözümle görebilseniz,” dediği gibi.
Aşüftedir kadın;
yürüyecek bir aşk değildir zaten. Ve Faruk Nafiz’i terk eder. Faruk Nafiz de
tıp fakültesini terk eder.
Arar Faruk Nafiz
o çirkin kadını tıpkı bir firariyi arar gibi. Ve sonra bu şiiri yazar ardından.
Sana çirkin dediler, düşmanı oldum
güzelin.
Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin.
Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile.
Sana çirkin demedim ben, kafir demedim.
Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin .
Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim .
Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin..
,
Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine,
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek.
SEVEN İNSANIN GÖZÜ GERÇEKTEN KÖR OLUYOR
GALİBA.
AMA BELKİ DE BAZEN DURUP SORMAK GEREKİR.