Bugün biraz dertleşelim mi?
İnsanlık olarak ne ara bu kadar karanlığa battık, ne ara vicdanımızı, adaletimizi, doğayla uyumumuzu kaybettik?
Bir yanda doğadan ilham alıp tüneller, gemiler, yelkenler yapan bizler; diğer yanda zalimlik, sahtekârlık, hırsızlıkla dünyayı ateşe verenler de bizler.
Peki, bu kötülüğü nereden öğrendik?
Doğanın masumiyeti içinde, bu kadar adaletsizliği, bu kadar yozlaşmayı nasıl becerdik?
Gelin, iki derin düşüncenin izinde, bu soruya cevap arayalım.
Bir dost* , insanın doğadan aldıklarını sıralıyor: Köstebekten tünel kazmayı, kuştan yuva yapmayı, kunduzdan ambar kurmayı…
Ama sonra soruyor: “Peki, bu kadar zalimliği, hırsızlığı, katliamı kimden öğrendik?”
Doğada bunları yapan başka bir canlı yok. Öyleyse, insan denen bu varlık, vicdansızlığı, adaletsizliği nasıl bu kadar içselleştirdi?
Hayvanlar bir mahkeme kursa, bizi yargılasa, “Dünyayı bu hale nasıl getirdiniz?” diye sorsa, ne cevap veririz? Belki de utanır, başımızı öne eğeriz. Çünkü doğa, bize sadece üretmeyi değil, yıkmayı da öğretmiş gibi görünüyor.
Ama bu, doğanın suçu mu, yoksa bizim içimizdeki karanlığın eseri mi?
Öte yandan, bir başka dost**, insanlığın yozlaşmasını daha yakından, bireyden topluma uzanan bir aynada inceliyor.
Yalakalık, diyor, bir ruh hali, bir karakter. Her yerdeler: bürokraside, üniversitelerde, sokakta, kafede…
Yalakalar, menfaatleri uğruna her şekle girer, ilkeyi, erdemi, liyakati bir kenara atar. Üstlerine sevecen, altındakilere acımasızdırlar. Onların dünyasında vatan, dostluk, kurum menfaati yoktur; sadece kişisel çıkarlar vardır.
Bu yalakalık, sadece bireyin ahlaksızlığı değil; aynı zamanda sistemlerin çürümesi. Çünkü yalakalık ödüllendirilirse, liyakat ölür, kurumlar boş bir kabuğa döner, toplum kalitesini yitirir.İki düşünce, aynı gerçeği işaret ediyor:İnsanlık, kendi gölgesinde kaybolmuş.
Biri, doğayla bağımızı koparıp zalimleştiğimizi söylüyor; diğeri, bireysel ahlaksızlığın toplumsal bir salgına dönüştüğünü.
Peki, bu iki yara nasıl birleşiyor?
İnsan, doğadan aldıklarıyla medeniyet kurarken, içindeki hırs ve menfaatperestlikle bu medeniyeti yozlaştırıyor.
Yalakalık, bu yozlaşmanın bir yüzü; doğayı tahrip etmek, diğer yüzü. İkisi de aynı kaynaktan besleniyor: vicdanın ve ahlakın kaybolması.
Birey olarak hepimiz bu döngünün bir parçasıyız. Kendi çıkarlarımız için susmayı seçtiğimizde, bir yalakanın yolunu açıyoruz.
Doğayı kirlettiğimizde, torunlarımıza karanlık bir miras bırakıyoruz.
Ama umutsuz değiliz, öyle değil mi?
İnsanlık, kötülüğü öğrendiği gibi, iyiliği de öğrenebilir. Bunun için önce kendimizi sorgulamalıyız:
Vicdanımız nerede?
Adaletimiz nerede?
Doğa ile barışımız nerede?
Çözüm, bireyden başlar, topluma yayılır.
Eğitimle başlayalım: Çocuklarımıza sadece bilgi değil, empati, adalet, liyakat öğretelim. Sistemlerimizi temizleyelim: Liyakati ödüllendiren, yalakalığı cezalandıran bir düzen kuralım. Ve en önemlisi, doğayla barışalım: Onun bir parçası olduğumuzu hatırlayalım, tohumları zehirlemek yerine, toprağa sevgi ekelim.
İnsanlık, kendi gölgesinden sıyrılıp, vicdanıyla, erdemiyle yeniden doğabilir.
Bu satırları yazarken, içimde hem bir sızı hem bir umut var. İnsanlık, karanlığını aşabilir; yeter ki birbirimize, doğaya ve vicdanımıza sahip çıkalım.
Gelin, bu yozlaşma döngüsünü kıralım. Birbirimize, “Nereden öğrendik bu kötülüğü?” diye sormak yerine, “İyiliği nasıl öğretiriz?” diyelim. Çünkü insan, hem yıkmayı hem yeniden inşa etmeyi bilen bir varlık.
Yeter ki, inşa etmeyi seçelim.
Suat Umutlu
29 Nisan 2025
(*) Kenan Özek
(**) Ahmet Zorlu
Teşekkürler.