Ve...
En kötüsü,
Şahta, piyon da y(h)asta…
Ekonomiden sağlığa, eğitimden savunmaya kadar her alanda bir çöküşün gölgesinde nefes almaya çalışıyoruz.
Algıyla beslenen biat toplumda muktedirlik, hizmet değil gösteri olurken, muhalefet var ama yok gibi sesi çıkıyor ama duvarlara çarpıyor, bir alternatif değil gölge gibi...Millet ise yorgun, kandırılmış, bölünmüş ve de suskun…
Ama hâlâ içinde kor gibi bir umut taşırken, bu toprakların küllerinden doğmayı bilenlerin yurdu olduğunu da biliyo(r)gibi…
İktidar sarayında, muhalefet kendi iç hesaplaşmasında olsun varsın…
Mesele,
Bu millet yalnız, bu hale nasıl geldi, o zincirler ayağa nasıl vuruldu ve en önemlisi ise O zincirleri nasıl kırarız? noktasındadır, ki önce kendimizi sorgulamamız, mesela sefil bir hayatı neden yaşıyoruz, diye düşünmemiz, sokakta bayat ekmek kavgası, akşam saatlerinde pazarda artık sebze meyveyi neden topluyor insanlar diye sormamız, asgari bir ücret değil de asgari yaşam dayatmasının mantığı ne olabilir diye de beyninizde bir soru işareti oluyor mu?
Sokağın derdi başkaaaa, ekranların masalı başkaaaa...
Öyle değil mi, “büyüyoruz” diyorlar milletin borcuna yazılıyor, alın teri artık bir reklam cümlesi gibi... Çalışan yoksul, emekli aç, genç işsiz, kadın ise çaresiz...
Ve,
Refah, sadece bir avuç seçkin için yazılan bir masal gibi…
Şöyle bir bakınca, mesela eğitimde,okul var ama bilim yok,diploma var ama cehalet zirvede...Sanki eğitim sistemimiz düşünmeyi değil de itaati öğretiyor...'Önce Sağlık' demesini biliyoruz ama ya hastane var doktor yok ya da olsa reçete var ilaç yok.Paralı isen özelde, parasız isen kaderiyle baş başa bir insansın, ki bu arada “Şifa olsun” duası yerini “inşallah” umuduna bırakmış gibi..
Bu arada üç tarafı denizle çevrili dört bir tarafı ateşle barut kokan bu cennet vatanımız içinde bulunduğu ve sıkıştığı labirentten, biliyor ve inanıyorum ki 'Dış'ın Düş'ü'ne karşı 'İç'in Gücü'yle çıkacaktır, tarihteki örneklere bakmak yeterlidir.
Ama,
Eleştirel akıl ya da soru sormak insanların huzur ve mutluluğu için değil midir, ki tehdit gibi algılanıyor?
Zihinlerin kararması nedeniyle cehaletin büyümesi veya “Bizden” olana her şey mübah, “farklı” olana her şeyin yasak olması ya da hakikat yerine sadakatin değerli sayılması böyle bir sonucu yarattı ve doğaldır diyebilir misiniz?
Biatı ödüllendirmek, düşüneni dışlamak...
Ve de bunun bir yaşam şekli ve bir kazanç kapısı algısı yaratmış olması , her türlü izan ve mizan ölçüleri dikkate alındığında mizah gibi değil midir?
Peki tüm bunlara gerek siyaset ve STK’ları ve gerekse aydınlar! neden sessiz, tabii ki yine izan ve mizan ölçüleri ile...!
Belki, konforlarını kaybetmek istemiyor olabilirler.Oysa “tarafsızım” diyenler de aslında haksızlığa sessiz kalıyor değil midir?Aydınlar karanlıkta ışık olmak yerine,ışık sandıkları koltuklarda oturuyorlar, neden?
Şimdi, birlikte düşünerek soralım,
Türkiye neyi bekliyor,
Bir kurtarıcı mı,
Yoksa,
Uyanacak bir halk mı?
Hâlâ bir Atatürk bekleniyor, mesela...
Zira, onun gibi düşünen, halktan yana olan bir lider hayal ediyoruz da ondan...Ama, Atatürk korkunun üzerine yürürken biz ise korkuyla yaşar olduk,O'nun bıraktığı mirası anlamak ve uygulamak yerine yokluğunda hayal kurmaya çalışıyoruz...
Oysa ki unuttuğumuz bir şey var:
Senin hayal ettiğin Atatürk gelmez, eğer Atatürk gibi düşünmezsen...
O, sadece bir kişi değildi ki
O,bir bilinç, bir devrim, bir halk aklıydı…
Değerli Okurlar,
Bu yazı, bir öfke metni değil, belki birazcık düşünme, sorgulama çağrısı, hem biliyoruz ki, hatalar yalnız iktidarın değil, yönetilenin de sorumluluğunda, işte evde susan, okulda ezberleyen, işinde ses etmeyen, sokakta ilgisiz kalan herkes bu zincirin halkası...
Herkes suçlu, herkes sorumlu,
Ben,sen,o...
Ana baba , öğretmen , işçi de patron da...
İktidar da, muhalefet de…
Önce kendi vicdanımıza bakmalıyız. Zira her hata bir kişide değil, bir kültürde, bir alışkanlıkta, bir suskunlukta büyür ve ortaya çıkar,ki ileri bir toplum ise ancak kendini geliştiren bireylerden oluşur ve o zaman devletinin itibarını, milletinin onurunu artırabilir.
İşte bu yüzden...
Bu yazı, eleştirimiz bir suçlama değil yapıcı bir ayna olsun istedim. Amaç, yönetenlerin hatalarını göstererek daha iyisini üretmeleri içindir...Zira, ne vicdan partilidir ne de iyilik ideolojiktir…
Aşağıdan yukarıya örülen bir duvarın tuğlaları olmuşuz, bu yüzden birlikte sorumluluk almalı çözüm üretmeliyiz.
Ötekileştiren değil, birleştiren bir dil...
Kavga değil, kalkınma...
Suçlamak değil, yol göstermek...
Kızmak değil, uyanmak ve uyandırmak...
Ve en önemlisi:
O zinciri tutan el kim olursa olsun, zinciri kıracak güç zaten halk değil midir?
Atatürk’ün mücadelesinin de bir bilinçle başladığını ve bir halkı ayağa kaldırdığını bilerek ve gerçek çözümün ise O'nun ruhunu yeniden kuşanmak, bıraktığı mirası yaşatmak olduğunu unutmadan…
Atatürk’ün büyüklüğü halkına duyduğu inançta idi...Ve eğer bugün bizler yeniden o inancı hak etmek istiyorsak, sorumluluğumuzu bileceğiz…
Mesela,
“Ben Kimim?” diyerek cevabını arayan birkaç soru;
– Gerçekten özgür müsün?
– Suskunluğunla bu düzeni besliyor musun?
– Korkun mu büyük, umudun mu?
Unutma ki,
Zinciri kıracak ilk hamle:
Kendi içindeki o prangayı fark etmekle başlar.
İşte,
İçimizdeki o prangayı kısaca tekrarlıyorum;
Ekonomiden sağlığa, eğitimden savunmaya bir bocalamanın, bir unutmanın, bir görmezden gelmenin tam ortasındayız ve yalnızca maddi değil, manevi bir çöküşün de izleri her yerde...
Bir zamanlar halkın sesi olmak için yola çıkanlar kaybolmuş durumda. İçte ve dışta alınan kararlar, sokaklarda ses bulmuyor arada duvarlar da değil dünyalar var, ki açlık, yoksulluk, umutsuzluk da “marjinal söylemler” olmaktan çıktı ve Milletin ta kendisi! oldu gibi…
Muhalefet desen, hâlâ neye “karşı” konuşuyor, neyin“ yanında” duruyor halk olarak tam bilmiyoruz,sistemi değiştirmek isteyenler bile sistemin dilini taklit ederek muhalefet yaptığını sanıyor.
Halbuki...
Bu milletin artık nutuklara değil, cesarete, samimiyete ve yeni bir akla ihtiyacı var.
Bu millet, bu ülkenin asıl sahibi ama çoğu zaman kendi ülkesinde misafir gibi;
Kimlikleriyle bölünmüş, inançları üzerinden ayrıştırılmış…
Ama yine de içinden geçen sessiz ama umut taşıyan bir çığlığı var:
“Yeter!”
Yetmedi mi kandırmak?
Yetmedi mi ekranlarda dönen senaryolara figüran olmamız?
Yetmedi mi gelecek kaygısıyla her gün ölüp ölüp dirilmemiz? diyor…
O, bir anlamda
“İmdat” diye haykırır gibi,
Ama...
Ne yeni bir parti, ne de onun yeni bir yüzü onun ihtiyacı...
Aklı ve vicdanı koruyan bir bilinç, ne yazık ki kayıp ve bu nedenle milletin içinden doğmalı, eğer kendi aklını yeniden devreye sokarsa zincirlerini kırar ve bu ülke yeniden özüne dönebilir.
Yani, belli olan
Cehâlet-i Ruhiye 'miz ortadan kalkmalı ki felaketleri tekrar tekrar yaşamayalım.
Yeniden fabrika ayarlarına dönebilelim, zihinlerimize format atalım ki o çürümenin de önüne geçebilelim.
Ve son söz, yine O’nun:
“Millete efendilik yoktur; hizmet vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur."
Suat Umutlu
08 Temmuz 2025