Sizde de olur mu bilmiyorum? Kötülük düşündüğünden olmasa da “ne iş yapıyorsun” derler! Birini unutmam, buruk biçimde anlatmıştı… Adana’da yaşamını sürdürürken, bir bayramda köyüne gitmiş, çocukluktan tanıdıklarıyla bayramlaşmış, kucaklaşmış, söyleşmiş… Köyde “hep” dedikoduculuğu ile bilinen, bir yerden bir başka yere “laf” götürmesiyle tanınan biri topluluk içinde “sen ne iş yapıyorsun” diye sormuştu! “Neredesin, Adana’da seni nasıl bulabiliriz” dense bir anlam verilebilirdi de, “ne iş yapıyorsun” denmesi zoruna gitmişti!
Ne olacaktı ki? “Belediyede müdürüm” dese ne olacaktı, ya da “tuvalet temizliyorum” dese, ya da “merkez cami önünde mendil açıp dileniyorum” dese, ya da “bir mafyaya tetikçilik yapıyorum” dese, ya da “pazarda sergen açıyorum” dese… Arkadaşım bunları anlatırken, “o gün” yaşadıklarını üzerinden atabilmiş değildi! “Gözlerinin içine baktım yalnızca, neden sorduğunu anlamaya çalıştım, kanımca sorduğunu da unutmuştu, konuşmuş olmak için/ havadan sudan söz eder gibi, bir alışılmışlığını dile getirmişti, hepsi o kadar; gülümsedim o zaman yalnızca” dedi! “Ne zamandan bu yana yazıyorsun” dediklerinde, “sessiz” bakışım gibi…
***
Konuşulmuş olmak için yapılan kimi konuşmalar, bazen ortamda iyi esintiler oluşmasına neden olsa da, kimi zaman gerginlik, kaygı oluşturur! Günlük nelerle karşılaşıyorsunuz düşünün; sizin yaşamınızın çukurlarını dolduracak bir şey görüyor/ duyuyor musunuz? Hiç aldatıcı olmayalım, bu yurdun yüzde bir/ ikilik katmanı dışında herkesin yarından yanan umut mumları sönük! Emeklinin, asgari ücretlinin, tarımla/ hayvancılıkla uğraşan üreticinin, küçük esnafın, üniversite öğrencisinin, akademisyenin, gazetecinin kaygıları anlatmakla bitmezken, yöneticilerin nelerle uğraştığını, “iktidarın” gölgesini yol saymış medyanın neleri gündeme taşıdığını görün; içinize siniyor mu?
“Demokrasi” denilince, “aldatıcılık” gibi bir şey çıkıyor ortaya; önemli olan “haklar” değil mi? Örneğin yaşama hakkı, örneğin düşünme hakkı, örneğin barınma hakkı, örneğin öğrenme hakkı; daha çok örnekler verebiliriz de, hiçbirinin “yaşamda” yeri yok sanki! Onun için “aldatıcılık” diyorum! Medyada konuşulanların, medyada yer verilenlerin kaçta/ kaçı “haklarla” ilgili?
***
Anımsayın, daha geçtiğimiz hafta “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü uyuşturucu soruşturmasında, 19 ünlü isim sabah erken saatlerde evlerinden alındı” haberiyle güne uyandık! Alışıldık bir şeydi de bu… Uyuşturucuyu kim yapıyor, kim satıyor, kim gençliğin kanını zehirliyor; bir bakılsın! Sınırdan ellerini kollarını sallayarak girip/ çıktıkları yetkili ağızlardan da doğrulanan Afganlılar gözden ıraklaştırılmasın! Başta yapılması gereken bunlar!
Ondokuz tane “ünlü isimmiş”, umurumda değil de; yurttaşın sorunu bu mu? Varsa “kullanmak dışında” eylemleri, kanıtları da elindeyse, sabahın şafağında olmasına gerek yok/ günün başka bir saatinde de çağırı/ kanıtları ortaya korsun; “suçluyum” da dedirtirsin! Günün erken saatinde, sanki merkez bankasını soymuş/ sanki Narinleri-Leylaları katletmiş/ sanki borsada spekülasyon oluşturup küçük yatırımcıyı zarara uğratmış/ sanki okula giden çocuklara bir öğün yemek vermek yerine cemaatlere kapı açmış/ sanki emekliyi-emekçiyi açlığa tutsak etmiş gibi kapıları zorlamak/ bunu anlamak/ bunu günün ilk saatlerinde yurttaşın önüne koymak neyin nesi; onu anlamak zor! Gözlerimi açıp baktım yine, “ne zaman bu yana yazıyorsun” sorusunun ötesinde, “aptal” yerine koymak gibi bir şey bunları halka yaşatmak…
***
O gün, ondokuzundan da kan/ saç örnekleri alınmış, hemen sonra da serbest bırakılmıştı! Bunca çığlık/ bunca “son dakika” duyurusu “kan örnekleri” içinmiş! Birkaç gün sonra alınan örneklerin sonucu geldi, kimi örneklerde “maddeler” olduğu ileri sürüldü, ancak onların da “yeşil reçeteli ilaçlar” olduğu belirtildi! İlk tepkiyi Gülben Ergen’den duydum, bu bilgilerin açıklanmasının doğru olmadığını, bunun “hasta haklarını, özel yaşamı yok saymak” anlamına geldiğin söyledi! Yeşil reçeteli ilaçlar, doktor kontrolünde, ruhsal/bedensel tedavi amacıyla kullanılan ilaçlardır. Hukuk açısından bu olgu, uyuşturucu madde kullanımıyla aynı kefeye konamaz, ayrıca kişisel veri sayılır!
Sabahın köründe evlerinden alınanların yaşadığı süreci bir “gözaltı değil, gözaltına alınmış gibi yaşatılmak” biçiminde değerlendirmeme konusunda diretin istediğinizce; olanları anlayabilmek için, nedenleri sorgulayabilmek için bakın öyle; işte böyle! Sevdiğim arkadaşlarımın bana sorduğu “ne zamandan bu yana yazıyorsun” sorusunu seviyorum, gözlerim gözlerinde şimdi bile…