İLK ADIM

​"Hayatın acılarına katlanabilirsin, çünkü onlar uzun sürmeyebilir. Ama kendi aklının yarattığı ıstıraplara dayanman çok daha zordur." - Marcus Aurelius

*​"Hayatın acılarına katlanabilirsin, çünkü onlar uzun sürmeyebilir. Ama kendi aklının yarattığı ıstıraplara dayanman çok daha zordur." - Marcus Aurelius

​Zihinsel Tembellik ve İlk Adımın Maliyeti

​Ey akıl!
Günümüzde teknoloji değişti, ekonomi değişti, eğitim değişti ve en önemlisi savaş taktiği değişirken, bunlara ayak uydurmak yerine; sessiz sedasız önüne konanla yetinen, sürünmeyi seyahat zanneden, füzeleri gök gürültüsü zanneden, açlığı rejim gereği diye algılayan, vasatlaşmayı doğal kabul eden biri olmak sence mutluluk mu?
Akıllar durdu ve düşünen kalmadı mı?¹

​Belki de sorun aklın durması değil, onu kullanma cesaretini kaybetmemiz ve tembelliğimiz nedeniyle ilk adımların atılmamasıdır. Oysa tarihte her büyük değişim, bir insanın attığı küçücük bir adımla başlamıştır. Cenap Şahabettin, "Akıl, ruhun cevheridir. Onu kaybeden, her şeyini kaybetmiş demektir," derken haksız değildir.

​Akıl dinamik bir süreçtir ve onu kullanmamanın veya duygulara/koşullara teslim etmenin bireysel ve toplumsal çöküşe davetiye çıkardığını belirterek başlayalım.

*

Sessizliğin Dünyası ve Kötülüğün Sıradanlaşması

Bilinçsizce yaşamak dünyanın en sessiz trajedisi olmalı. Bir an için, "Düşünmeyi günah, sorgulamayı isyan, hakkını savunmayı ise terbiyesizlik sayan bir toplumun ferdi olduğunuzu düşünün..."²*

​Karizmatik başlayan liderlerin, halkın sürekli itaati ve sessizliği sayesinde kimseyi dinlemeyen, itiraz kabul etmeyen ve düşünülmemiş ani kararlar alarak ülkeyi felaketlere sürükleyen bir ruhsal bozukluğa dönüşebileceği açıktır.

​Totalitarizm ve kötülüğün sıradanlığı üzerine teorileriyle tanınan Hannah Arendt'ın ifadesiyle:
​"İnsanlar, toplumsal sistemin bir parçası olmaya o kadar alışırlar ki bireysel düşünmeyi bırakırlar. Otoritenin verdiği emirler, zamanla doğal bir hâl alır ve sorgulanmaz. Böylece, en büyük kötülükler bile normal görünmeye başlar.”

​İnsanın bir adım atmaktan vazgeçmesi ya da düşünmeyi bırakması, kötülüğün sıradanlaşmasına zemin hazırlaması demektir. Tarihteki korkunç hatalar, sıradan insanların düşünmekten, sorgulamaktan ve konuşmaktan vazgeçmesinin sonucudur. Bu zihniyet, toplumun bağışıklık sistemini çökerttiği gibi aptallığın cesaret bulduğu, karanlığın ışığı suçladığı bir ortam yaratır ve 'sessizliğin dünyasında' adalet değil, otorite konuşur olur.

​Zihninizde yarattıkları hayali dürüstlük ve iş bilirlik imajına inandıklarınızın, önce oylarınızı alan, sonra ülkeyi batıran ve hayallerinizi dahi çalan olabileceğini unutmayın. Hırsın, ihtirasın ve cehaletin ihanete dönüşmesine izin vermeyin.

​İnsan olmak, kötülük saçanları ‘yanlış yoldasın’ diye uyarmaktır. Ancak bazen o haksızlıkları onaylıyor veya ses çıkarmıyoruz; ta ki o tahribatlar bize zarar vermeye başlayana kadar. Kısaca insan, düşünme yeteneğini ve ahlaki muhakemesini askıya aldığında, kötülük olağanlaşıyor.

*

Aydınlanma, Sorgulama ve Eylemsizlik

​Fransız filozof Michel Foucault, "Aydınlanmanın eleştirisi, her zaman bizim ne olduğumuzun bir eleştirisi olmalıdır,” der.

​Eğer bireysel düşünceyi tehlike, sorgulamayı isyankârlık sayarsanız; kör inanca dayalı bir otoriteye taparsanız; korkunun esiri olup vicdanınızın sesini bastırır ve sessiz kalmayı erdem sanmak gibi bir gaflete düşerseniz, adalet değil, otorite konuşur.

​Antik Yunan filozofu Sokrates, “Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez,” derken haksız değildir. Sorgulamayı bırakan insan, kendi hayatını başkalarının eline bırakmış olur. Sorgulamayı bırakan bir toplum ise gerçeği feda etmiş demektir.

​Öncelikle, "sorgulamak isyandır" yanılgısını kırmak ve John F. Kennedy'nin sözüyle yüzleşmek gerekiyor: “İnsanlığın tüm trajedileri, kötü niyetten değil, insanların seslerini yükseltmemesinden kaynaklanır.”

​Nobel ödüllü fizikçi Albert Einstein ise daha net söylüyor: “Dünyayı kötülerin yaptıkları değil, onlara seyirci kalanlar mahveder.” Kötülüğe verdiğimiz en büyük destek, suskunluğumuzdur. Edmund Burke bu hatanın bedelini özetler: "Kötülerin kazandığı tek bir zafer vardır, o da iyilerin hiçbir şey yapmamasıdır."

​Korkuya teslim olmak, özgür iradeyi teslim etmektir. Nelson Mandela'nın ifadesiyle: “Cesaret, korkunun olmaması değil, onun üstesinden gelmektir. Korkan insan özgür değildir.”

​Düşünmeyen insanın tehlikesi, sadece itaat etmesi değil; bu itaatin, liderin ahlaki değerlerini kaybetmesine ve sonuçta herkesi kapsayan bir karanlığa dönüşmesine zemin hazırlamasıdır.

*

​İnsan Olmak: Zihinsel Direnişin Maddeleri³

​İşte, hırslı ve zalim yöneticilerin hakimiyetindeki bir dünyada var olabilmek, sadece kendimiz için değil, evrensel insaniyet için de sorumluluk almak ve insan olabilmektir:

​"Önyargısız olmak: Takım tutar gibi etnikçilik, mezhepçilik yapmamak.
​Vicdanı aktif kılmak: İnsana kıyanın kim olduğuna bakmadan katili lanetleyebilmek; kadınları öldürenlere, çocuk istismarcılarına, görevine bakmaksızın aynı kararlılıkla karşı durmak.
​Dürüstlük ve Onur: Çıkar için güce biat etmemek, el etek öpmemek ve bu ilkel anlayışın yanlışlığını haykırmak.
​Sorumluluk: Yönet diye emanet edilen imkanları peşkeş çekenlere "dur" diyebilmek. Zayıf ve küçük ülkelerin haklarını kendine bağlayan Emperyalizme, ülkesinin adına bakmadan karşı çıkmak.

​Bir insan, sadece eylemde bulunarak ve başkalarının önünde görünür olarak tam anlamıyla insandır. Bir yerdeki haksızlığın her yerde adalete yönelik tehdit olduğu, insanoğlunun bu temel hatasını telafi etmesinin ancak bireysel uyanış ruhunun yeniden canlanması ile mümkün olduğu unutulmamalıdır.

​Bakınız,
Bir sokak röportajında; 84 yaşında bir kadın, cüzdanından 100 lira çıkarıp gösteriyor ve anlatıyor: "Bu parayı ilaç almak için ödünç aldım. Evimde kuru ekmek bile yok. Bulaşıkçı olarak iş arıyorum. Kurban Bayramında bile evime et girmedi. Taze pidenin kokusu burnumda tütüyor ama ağlamıyorum. Kendimize gelmeli, bir şeyler yapmalıyız. İyi günlerde değiliz..."

​Bu durum, toplumu içten içe kemirip bitiren işsizliğin yarattığı açlığa karşı çaresizlikle gelen ve "bir adım atalım" diyen bir isyan değil midir?

Gerçekten üretimsizliğin, geri kalmışlığın, toplumsal çaresizliğin bizi getirdiği ortada ise, çaresizliğin kulakları sağır ettiği feryatları dinleyip bir yerden başlamak gerekmez mi?

*

​Bütün bu değerler zinciri, bize şunu göstermelidir: Düşünmek, güçlünün değil, haklının yanında saf tutabilme iradesidir.

​Nobel ödüllü Fransız yazar ve filozof Albert Camus, teslimiyete karşı, “İsyan ediyorum, öyleyse varız,” der. Otoriteye boyun eğmemek, sessizliğe razı olmamak, insanın kendi değerini ve onurunu savunmasıdır. O, bunu varoluş eylemi olarak görür.


İş, aş her şey midir?

"Toplumun yükselmesi, herkesin her şeyi bilmesiyle değil, bilenlerin bilgiyle adil biçimde yönettiği bir düzenle mümkündür. Zira halkın temel hedefi ne ideoloji ne felsefe ne de yüksek bir bilinç seviyesidir. Onların önceliği, bugünü güvenle yaşamak ve yarınından emin olmaktır. Halkın büyük bölümü kendi çıkarına bakar. Devletin kuralları ve sistem işleyişi ona barınma, aş, sağlık ve yarın garantisi sağlıyorsa, o düzen halk için en uygun zemindir.

​Toplumun bu tercihi, yöneticinin yaptığı tahribat ve yanlışlıklar bizzat kendisine zarar vermeye başlayana kadar devam eder. Bu durumun değişebilmesi için asıl başlangıç, beyni biçimlendirip zekâyı geliştiren ve insanı daha iyisini aramaya teşvik eden eğitimdir.

​Ne kadar bilgili, erdemli ve ileri görüşlü olsanız da otoritede yer alabilmenin yolu sermaye, bürokrasi ve güçlü ağlardan geçmekte ve toplum psikolojisi bilgeliği değil, güçlü görüneni ödüllendiriyor.

İleri görüşlü birinin yönetime gelmesi "normal zamanlarda" zor olsa da "tarihin kırılma anlarında" mümkün hale gelebilir. Özellikle demokrasinin halk iradesiyle başlayan ama sermaye ile yönetilen bir sistem olduğunu düşünürsek, toplumun güvenini ve ortak bilincini örgütleme gücü olan bir liderin çıkabilmesi için:
​Halkın ekonomik-sosyal açıdan sıkışmış olması,
​Mevcut yöneticilere güvenin çökmesi veya ahlaki düzenin ihtiyaç haline gelmesi gerekir.

​Yani, kriz olmadan devrimci lider çıkmaz. Tarihte dönüşüm dönemlerinde halkın öne çıkardığı “fakir ama akıllı” insanlar çıkmıştır: Mustafa Kemal, Abraham Lincoln, Gandhi gibi... Onlar milletin vicdanında yer buldular.

​Unutulmamalıdır ki, güvencesizliğin en büyük kaynağı, yanlış yoldaki güce ses çıkarmamaktır. Gerçek güvence, her vatandaşın düşünme, sorgulama ve nihayet harekete geçme konusundaki ilk adım sorumluluğunu üstlenmesinden doğar."⁴

"​Daha zengin bir ülke, daha parlak bir gelecek için ufak tefek yanlışlıkları, haksızlıkları onaylar veya o tahribatlar bize zarar vermeye başladığı zamana kadar da ses çıkarmayız. Ancak hırsın, ihtirasın ve cehaletin ihanete dönüşmesine izin vermeyin."⁵

İlk adım sorumluluğunu alarak değişimi sağlayabilirsiniz.

​İngiliz yazar George Orwell’in dediği gibi, “Gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.” Basit ve kanıtlanabilir bir gerçeği savunabilmek bile, bireysel bütünlüğün ve düşünce özgürlüğünün temel şartıdır.

​İnsanlığın ortak aklına ve vicdanına karşı gerçeği hayata geçirmek için bir adım atalım ve diyelim ki:
​Bu doğru mu?
​Neden böyle?
​Daha iyisi nasıl olabilir?
​“Bazen tek bir ses, binlerce suskunluktan daha gürdür.”
​"Daha iyi bir yaşam, daha namuslu bir yönetim' için evde, işte ya da sokakta; insan onurunun hayatta var olduğunu ilan eden, umutsuzluğa meydan okuyan, karanlığı aydınlatan, küçük ama anlamı büyük ilham verici zihinsel direnişlerimiz: O ilk bakış, ilk tavır, ilk söz ve ilk eylemlerdir.

​İlk Adımın Gücü: İnsanlık Hikayeleri


Karanlığın ortasında bile, tek bir insanın cesaretinin nasıl ışığa dönüşebildiğini, en karanlık sistemlerin nasıl savunmasız kalabildiğini bütün dünyaya gösteren hikayeler vardır.

Bunlar, düşüncenin susturulduğu bir sistemin ortasında insan olmanın ne anlama geldiğine dair evrensel bir eylemi; susturulmuşlar adına yükselen en saf, en insani isyanı temsil eder.

'Aptalların akıllıları susturduğu...' bir dünyada yaşamanın neye mal olduğunu anlamak için bir mihenk taşıdır.

​Dachau Mahkûmunun Piyanodan Gelen Sesi⁶

​İnsanlığın insana yaptığı vahşetin en soğuk, en sistematik adı, bir ölüm fabrikası olan Hitler'in Dachau Toplama Kampı'ndayız. Kamp, fiziksel imhanın yanı sıra insanın kimliğini, onurunu ve hatırasını da silmeyi amaçlamaktadır.

​Kamp, Amerikan askerleri tarafından kurtarıldığında enkazlar arasında yıkık dökük bir manzara görülür: Açlıktan harap olmuş, iskelet gibi bir mahkûm oturmakta ve önünde de tuşları kırık bir piyano vardır.
​Bu manzaradan etkilenen bir asker yaklaşır ve yumuşak bir sesle, "çalabilir misin?" diye sorar. Mahkûm, "denerim" diyerek titreyen elleriyle kırık tuşlardan Ave Maria'yı çalmaya başlar. Ortaya çıkan kusurlu ama ruhu delen melodi tüm askerleri gözyaşlarına boğar. O mahkûm, iki gün sonra ölür.
​Piyanodan çıkan her kusurlu nota, bir insan ruhunun, bir vicdanın varlığını haykıran, onurlu bir direniş, gerçeğin tanıklığı ve "ilk adım”ın kendisi gibidir.

Unutmayın ki tarih bir tekerrürden ibarettir ve o tekerrür yapılan hatalardır.

​Tarihten Diğer 'İlk Adım' Örnekleri:

​Rosa Parks: Bir otobüste "beyazlara ayrılmış" koltuğu vermeyi reddetmesi, ırksal ayrımcılığa sessizliğin reddine dair ilk adımdı.

​Nikolaus Copernicus: 'Evrenin merkezi dünya değil güneştir' modeli, geleneksel otoriteyi sorgulayan ve hakikati savunan ilk adım oldu.

​Irena Sendler: Varşova Gettosu’ndan yüzlerce çocuğu kurtardığı, ahlaki sorumluluğun ve merhametin somut kanıtı ilk adım, insanlık için sessiz bir kahramanlıktır.

​Sophie ve Hans Scholl (Beyaz Gül): Nazi vahşetine karşı üniversitede broşürler atarak hakikati söyleme cesaretini göstermeleri, sivil itaatsizliğin örneği olan "Konuşma ve Görünür Olma" adımıdır.

​Gündelik Hayatta İlk Adım:
​Bir ortamda ırkçı, cinsiyetçi veya ayrımcı bir sohbette herkesin gerginlikten kaçınmak için sessiz kaldığı anda, "Bu komik değil" demek veya orayı terk etmek; kötülüğün sıradanlaşmasına izin vermeyen, vicdanın varlığını gösteren bir uyarıdır. O ilk adım, sessiz kalanların da düşünmesini sağlar.

​Birinin sokakta düşüp yaralandığını gördüğümüzde, "Başkası zaten yardım eder" diye seyirci kalmak yerine, durup yardım çağrısı yapmak veya doğrudan "İyi misiniz, yardım edebilir miyim?" diye sormak, toplumsal uyuşukluğu kırar ve düşünmenin sadece zihinsel bir eylem değil, sorumluluk almayı gösteren bir adımdır.

'A' Harfi ve Sol Ayağın Manifestosu⁷

​İnsan ruhunun sınır tanımazlığının canlı kanıtı olan son bir hikayemiz daha var.

​Adı Christy Brown. O, İrlandalı bir yazar, şair ve ressam. Doğuştan ağır bedensel engelli, sadece sol ayağını tam olarak kontrol edebilen, konuşmakta ve hareket etmekte çok zorlanan biri. Doktorlar zihinsel engelli olduğunu söylemiş olsalar da, annesi oğlunun içinde parlak bir zekâ ve güçlü bir irade olduğuna inanmıştır.

​Christy’nin hayatındaki dönüm noktası, küçücük bir çocukken sol ayağını kullanarak yere tebeşirle ilk harfini yazması olmuştur: A...

​Onun için bu, sadece bir harf değil, bir başkaldırı, bir varoluş çığlığı gibidir.

​Bir tarafta; içimizdeki Christy'de yaratma, ilerleme, hayal etme ve "Ben de varım!" deme dürtüsü; içimizdeki annede bize inanan, o ilk adımı atmamız için cesaret veren, gücümüzün sesi var. Diğer tarafta ise 'yapamazsın' diyen cehalet, 'böyle gelmiş böyle gider' diyen biat kültürü ve güveni sarsan ihanet durmaktadır.

​Christy Brown'un sol ayağı, tüm bu karanlık güçlere rağmen, insan ruhunun ışığının asla sönmeyeceğinin kanıtıdır. O ilk adım, sadece fiziksel bir hareket değil; cehaletin kalın duvarlarını yıkmak için yazdığı o ilk "A" harfi, aslında tüm engellere karşı yazılmış bir manifestodur.

*

​Son Söz: Düşünmek, Sorgulamak, Harekete Geçmek

​Sorgulamadan yaşamakta ısrar ettiğimizde ya da sistemlerin yanlış kıstaslarla yargılamasına boyun eğdiğimizde hata yapıyoruz. Düşüncenin sustuğu yerde vicdan ölürken toplumun bağışıklık sistemi de çöküyor. Bu sessizlik salgını da aptallığın cesaret bulduğu, karanlığın ışığı suçladığı bir düzen yaratıyor.

​O halde üst üste birkaç soru:
​Acaba, o kötülüklerin sebebi sessizliğimiz ve susmanın bir kayboluş olduğunu ya da tek bir sesin binlerce suskunluktan daha gür çıkabileceğini unutmuş olabilir miyiz?

​İnsan olarak, bu yaşananlara ve yaşatanlara müstehak mıyız?

​Üzerimizdeki kompleksleri atmanın o ilk adımda, yani 'düşünmek, sorgulamak ve harekete geçmek'te saklı olduğunu hatırlamamız gerekmez mi?

​Alman filozof Immanuel Kant, “Başkasının rehberliği olmadan aklı kullanma cesaretini” göstermek aydınlanmadır derken; tembelliğin ve korkaklığın insanı nasıl itaatin kolaycılığına sürüklediğine de işaret ediyor.

Ülkemizden bir örnekle yazımıza son verelim,

"Pakize Akbaba’nın Meclis önündeki adalet arayışı eylemi, “bir ağaç gibi tek ve hür” duruşuyla kültürel ve ahlaki bir üretim olarak öne çıkıyor. Bu eylem, Türkiye’nin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmasının yolunu göstermesi açısından simgesel bir örnek teşkil ediyor ve ona
"heykeli dikilecek kadınsın" demek asla bir iltifat değildir. Zira tek başına mücadele veren bu kadın "bu hasret bizim" diyen onurlu ve kültürlü bir kadın, bir şehit annesidir."⁸

 

Değerli okurlar,

Hatasız kul olmaz.
Önemli olan, hatalarımızı görmek, anlamak ve telafi etmektir. Düşünerek, sorgulayarak, konuşarak ve eyleme geçerek “suskun toplum” tuzağından kurtulmalıyız.
Alanında emek vermiş, bilgi ve tecrübe sahibi insanlara değer verelim, doğru olanın peşinden gidelim.
İtaatkâr değil, eleştirel düşünceye sahip özgür insanlar yetiştirmenin bir görev, herkese sorgulamanın bir erdem olduğunu hatırlatmanın bir sorumluluk olduğunu bilmeliyiz.
​Elbette sessizlik dünyasında "Dediğim dedik, çaldığım düdük!" diyenler hep olacaktır.


İşte o zaman,
Aklınızı kullanın ve değişimin ilk adımını atın...
‘Tek bir adım’ın gücüne inanın.
Bilgiyi ve gerçeği savunun.
Bir başkasının hakkını koruyun.
Vazgeçemeyeceğiniz ilkeleriniz için direnin.
Dayatılan sınırlara karşı çıkın.
“Sen yapamazsın” diyenlere inat, hayallerinizin peşinden gidin.
Korkunuzu yenerken cesareti hatırlayın.
Korkunuzu kabul edin, ama onun esiri olmayın.
Tarihinizi bilin.
Bu insanların hikâyelerini okuyun, anlatın, unutturmayın.
Kendi ailenizin, toplumunuzun görmezden gelinen kahramanlarını keşfedin...
Asla pes etmemek, doğru bildiğin yoldan dönmemek, en karanlık günde bile içimizdeki ışığı, umudu  söndürmemek elinde...

Sen!
O an geldiğinde ilk adımını at...
Mesela bir mum yak ve "Karanlık, ışığı yenemez!" diye haykır...


​Suat Umutlu
17 Kasım 2025

​Dipnotlar;
​¹ Prof.Dr.Berin Ergin'den 
https://www.facebook.com/share/1K4febmzcE/
​² Raziye Gökbudak'tan
https://www.facebook.com/share/p/1CzvuEXmG3
​³ Ahmet Zorlu'dan
https://www.kayseriyerelhaber.com/insan-olmak-2
https://www.facebook.com/share/1YsxaEBsoe/
​⁴ Fuat Yeşilkaya'dan
https://www.facebook.com/share/p/1Bebn7zhHN/
https://www.facebook.com/share/p/1A8RufNd4u/
​⁵ Prof.Dr.Tevfik Dalgıç'tan
https://www.muhalif.com.tr/kose-yazisi/4802/iktidar-ve-zihinsel-sorunlu-siyasiler
​⁶ Celal Güney'den
https://www.facebook.com/share/p/1B49epu3Wy/
​⁷ Christy Brown, 1932-1981. İlk kitabı "Sol Ayağım" 1954'te yayımlandı. Bu otobiyografik eser, daha sonra 1989'da Oscar ödüllü filme uyarlandı. Yetişkinlik döneminde "Down All the Days" (1970) gibi romanlarıyla uluslararası üne kavuştu. Toplamda 5 kitap, 3 şiir koleksiyonu ve birçok resim üretti.
⁸ Dr.Berkiz Berksoy'dan
https://www.toplumsal.com.tr/turkiyenin-bugunku-acmazi-yok-olan-kulturel-uretim


SUAT UMUTLU

17.11.2025 21:45:00

YAZARLAR


SİLİVRİ’DE KARALAR’I ZİYARET ETTİ, İMAMOĞLU’NU YOK SAYDI

TENİS FEDERASYONU BAŞKANI ADANA’DA

ADANA'NIN EFSANE BAŞKANI EGE BAGATUR ANILDI

Nurettin ÇELMEOĞLU Yazdı/ “SEYHAN VİLÂYETİ”NE KAYITLI VATANDAŞTIK

BİR TIR DOLUSU MUTLULUK ADANA’DA

FAHRİ TRAFİK MÜFETTİŞLERİNE YÜZ YÜZE EĞİTİM

KAZAN OPERATÖRÜ EĞİTİM VE SINAV MERKEZİ PROTOKOLÜ İMZALANDI

ADANA MHP’DEN “SAHADAYIZ” MESAJI

SEKTÖRÜN SORUNLARINI BÜYÜKŞEHİR’E TAŞIDILAR

​ YENİBARAJ MAHALLESİ'NDE VATANDAŞ VE ESNAFLA BULUŞTU

Adnan GÜMÜŞ Yazdı/ AKP DÖNEMİ İLLERİN SOSYOEKONOMİK GELİŞMİŞLİĞİ: OYNAKLIK ÇOK YÜKSEK

EFSANE KLASİKLER SERGİLENİYOR

DUYGUYU İNSAN İLE İNŞA EDEN FİLMLER HER ZAMAN VAR OLACAK…

CEYHAN’DA TARİHİ GEÇMİŞ ÜRÜN DENETİMİ

Serhan Kelleözü Yazdı/ÇİÇEK ARTIK SEVİLMİYOR

APARTMANLAR KOMŞULUK BAĞLARINI KOPARDI!

HER BOĞAZ AĞRISI ANTİBİYOTİK GEREKTİRMEZ!