Sokakta acılanan bir canlı görsek yarasını sarmaya çalışırız! Bir kedinin, bir köpeğin, bir kuşun aç kalmasına üzüldüğümüzden bir tas su ya da yiyecek koymayı savsaklamayız! Bunu en çok pencere önlerinde yapıyorum! Nasıl demeyim ama, dokuzuncu katta/ balkona gelmeyi alışkanlık yapan birkaç kumru var; zaman zaman yiyeceklerini/ suyunu veriyorum! Vermediğimde inatla saksıdaki yetiştirdiğimiz süs biberlerinin yapraklarını/ çiçeklerini/ kimi zaman yeni yetişen biberini yiyor! Kızmıyorum, “doyabilmek” için verdikleri çabaya seviniyorum!
Pazar sonlarının döküklerini toplamaya çocuklarıyla gelenleri gördüm geçen gün yine! Her birinin elinde birer poşet, döküklerin olduğu yerlerde dönüyorlardı “doyabilmek” için! Yüzlerine baktığınızda anlıyorsunuz zaten; bildiğiniz dilenciler gibi değillerdi! “Sadakaya/ hak etmediklerine” el açmayacak denli onurluydular! Pazar satıcısının tezgah yerine döktüğü meyvelerin/ sebzelerin arasından yiyebileceklerini özenle seçiyorlardı; yaşama çabası, ayakta durabilme çabası, “doyma” çabası…
***
Bu yoksulluk, bu arsızlık, bu “doymazlık” bizimse; öyleyse olmaz olsun böyle yaşam! Yaşam, “bir çiçek koparmak, çiçeği sevdiğiyle koklamak” değil miydi ki insanın? Kimse “yoksul” kalmak istemedi, ancak kendilerini dev aynasında gören “doymazlar/ arsızlar” ekonomik güçleri arttıkça, toplumun sessiz/ çalışkan katmanını “yoksullaştırmayı”, emeklerini çalmanın yolunu “orantısızlıklarıyla” buldu!
Bu üretimde de böyle, sınava giren bir öğrencinin beklentisinde de… Gördük, meğer “sahte diplomalılar” yönetiyormuş bizi ya da “sahte diplomalıların” bürokratik engellerinin uygulamada söz hakları varmış! Haklarıyla “diplomalı” olanlar ya işsiz ya da gerilerde bırakılmış istenerek! Haklı/ dürüst olmayanların ortaya koyduğu uygulamalar nasıl bizim? Düşünsenize, üniversite mezunlarının, “geçim zorluğu” en üst düzeyde olan ülke olmuşuz bir de!
***
Bir fotoğraf görmüştüm geçen gün… Gazze’de bir anne/ çocuk… Bir deri/ bir kemik kalmıştı açlıktan çocuk, annesi üzerine bir şeyler giydirmeye çalışıyor gibi bir görüntü! Bir çocuk, hangi ülkenin yurttaşı olursa olsun, açlıktan ölüyorsa vahşettir! Nazım’ın “yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar/ saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu/ bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu/ benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok/ şeker bile yiyemez ki kağıt gibi yanan çocuk” dizelerini anımsadım. Çocuk böyle bir şey…
Gazzeli çocuktan ne isteniyordu, doymaktan başka bir şey istememesine karşın! Çocuklara neden kıyılıyordu, neden anneler çocuklarının yüzüne bakamıyordu? “Doymazlar” her yeri egemenliklerine almışlardı demek ki… Güçlülerse hak etmelerine gerek yok, güçlülerse çalmalarının önünde hiçbir engel yok, güçlülerse uyguladıkları vahşete “dur” diyebilen yok, güçlülerse istediklerini sindirmelerinde önlerinde bir engel yok! Dünyanın tüm işbirlikçi “doymazları” her koşulda yan yana!
***
Yalnız Gazze’deki çocuklar mı? Okullar açıldı! Yetkililerin birbiri ardına yaptıkları açıklamalara baktım da, ya bizim gördüklerimizin yalan olduğunu düşündüm ya da bilerek insanlara algı yaptıklarını… Yine çocuklar işte! Daha okulun kapısına varmadan anne/ babanın yaptığı masraflar, “kayıt bedeli” adı altında okul yöneticilerinin zorlamaları… Tüm bunlar yaşanırken Milli Eğitim Bakanı’nın "Okullarımız, sınıflarımız, eğitim teknolojilerimiz, personelimiz, değerli öğretmenlerimizle yeni eğitim/ öğretim yılına hazırız. Bu yıl, yalnızca bir takvim başlangıcı değil. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile değerleri, bilgiyi ve geleceği birlikte inşa edeceğimiz bir yolculuğun ilk adımı…” sözleri…
“Çocuklar” diyorum sıkça, kusura bakmayın! Bu sözleri hangi çocuğa sorsanız “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, devlet okullarının zorla bedel toplaması mıdır” diye soracaktır! Bir yandan “zorunlu eğitim” denilmesine karşın, bir yandan da “bedeli verenin çocuğu okula yazılacak” derseniz, devlet okullarını özel okullar gibi “bir avuç azınlığın” çocukları eğitim görsün diye dargelirli anne/ babaları zorlarsanız “ne olur” hiç öngörmüyor musunuz?
***
Çocukların parklarda koşmasına izin vermediğinizde, “doymasını” bir avuç “doymazlar” uğruna sağlamadığınızda, “şeker” yemesini istemediğinizde, okula gidiş yolunun engellerini kaldırmadığınızda nasıl bir gelecek sizi bekler düşünsenize/ düşünme yetilerinizi uyandırsanıza… Sokakta, Gazze’de, boşlukta, gelecekten uzakta çocuklar…
Nazım’ın “Sanki hiç yaşamamış gibi ölen/ sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız” dediği gibi… Kimi zaman, sokak hayvanları için yükselen çığlıklar “çocuklar” için yükselmiyorsa eğer; insan olmaktan “istifa” etmeli, ne diyebilirim ki başka!