İsmail GÜNEŞ

Tarih: 02.12.2012 01:45

İşgal edilen kaldırımlarımız

Facebook Twitter Linked-in




Çağdaş kentlerde yaşam kalitesini yükseltici politikaların izlenmesi yerel yönetimlerin başlıca görevlerindendir. Bu anlamda öncelikli konulardan bir tanesi de yayalar ve kaldırım işgallerinin önlenmesidir.  Ancak ne zaman kaldırım işgali konusu gündeme gelse ulusal medya’ya Adana’dan yansıyan görüntüler Zabıta ve seyyar satıcı esnafı arasındaki kavga ve kovalamaca görüntüleri olur. Adeta bu iki kesim arasında ezeli rekabet oluşmuştur ve sıkça da karşı karşıya gelirler. Bugün kaldırım işgallerine ve yaya haklarına işporta ve seyyar satıcılardan kaynaklanan sorunlar dışında kalan uygulamalar açısından yaklaşacağım.

 

Kentlerimizde yaşayan tüm duyarlı vatandaşların görmezden gelemeyeceği ve çifte standart şeklinde nitelenebilecek uygulamalar mevcuttur. Kent yönetimleri vatandaşlarına sundukları hizmetlerde vatandaşlarına “tarafsız” ve “eşitlik” ilkeleri dâhilinde yaklaşmalıdır. Bu ilkenin ihlal edilmesi durumunda ortaya çıkan durum kasıt unsuru ya da ihmal ile açıklanabilir.  İşte bu noktada seyyar satıcıya, işportacıya, biber, zeytin satıcısına müdahale eden kent yönetimi şehrin ana bulvar ve caddelerindeki kaldırımları işgal eden ve yaya yolarlını kapatan bilinen ve saygın işletmelere de“tarafsızlık” ve “eşitlik” ilkesi etrafında müdahale etmelidir.  Öyle merkezi yerlerde kaldırımlarımız var ki yayalar adeta işyerlerinin işgal ettikleri kaldırımdaki masalar arasında kişilere dokunurcasına geçmekte ya da geçebilmek için yollara inmek zorunda kalmaktadır.  Neredeyse yüzlerce kişi yayanın olan bir kaldırımda oturabilmekte kahvesini içip pastasını, yemeğini tadabilmekte, ciğerini, kebabını yiyebilmektedir.  Maalesef bu işyerlerine müdahale edilmezken başka bir işletmeden yasalara uyması beklenmekte ve yaptırımlar tek taraflı olarak uygulanabilmektedir.

 

Sıcak iklime sahip kentlerde sosyal yaşamın bir parçası olarak insanların dış mekânlarda oturmak arzusu gayet doğaldır. Bu aynı zamanda ticari ve sosyal yaşamda bir canlılık sağlar. Ancak bunun sınırları iyi belirlenmelidir. Bunun sınırı öncelikle yaya hakları çerçevesinde yayanın yürüyüş hakkını kısıtlamaması gerekir. Bu sağlandıktan sonra işyerlerinin dış mekânlarını kullanabilecekleri kaldırım alanı “Sarı Çizgi”uygulaması ile belirlenmelidir.  Sarı çizgi işyerinin kullanabileceği alanın sınırını belirler. Bu sınırı ihlal eden işyerleri yayalarının geçişini engellemiş kabul edilir.   Hemen akla şu gelebilir. Bu işyerleri belediyeye işgaliye bedeli ödemektedir ve bu doğal haklarıdır denilebilir.  Bu noktada yayaların haklarına tecavüz niteliğinde olan bir durum hak kabul edilemez. İkinci olarak bu işletmeler belirli sayıda masa ve sandalye ve alan için bu izni almaktadır. Ancak uygulamada aldıkları iznin çok ötesinde rakamlara ulaşarak kaldırımları işgal etmektedir. Bu konuda kaldırımlarda dış mekânlarda hizmet veren mekânların girişlerinde aldıkları iznin kaç masa ve sandalye için olduğunu gösteren bir belge konulabilir.  En azından bu uygulama sistem oturuncaya kadar sürdürülebilir. Zira bu konuda haksız rekabet anlamına gelebilecek pek çok örnek bulunmaktadır. Oysa kent yönetimleri rekabetin kurallar çerçevesinde yapılmasından sorumludurlar.

 

Yayalar olarak kentin en büyük kitlesiyiz. Bu işgali yapanlar çocuğun, gencin, bebeğin, annesinin, babasının, yaşlının, hamilenin, engellinin en temel hakkına engel olmaktadır. Kaldırımlarda araçlar, bisikletler, motosikletler, rastgele dikilen ağaçlar, direkler düşünüldüğünde yürüdüğünü sananlar aslında bir tür slalom yapmaktadır. Bu sorunun ortaya çıkmasında sorumluluğu olmamasına rağmen ortaya çıkan durumdan dolayı cezalandıran ve hakları kısıtlanan yayaların ortaya çıkan eşitsiz ve haksız durumu kanıksaması ve haklarını talep etmeyi unutması işgalin sadece kaldırımlarla sınırlı kalmadığını zihinlerimize de sıçradığını düşündürtmektedir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —