Oktay EROL

Tarih: 10.10.2019 12:53

KAYGILI...

Facebook Twitter Linked-in


Aslında “herkesin” kaygısı da; başkası söyleyince “neden bu konularla kendini geriyorsun” oluyor!





İşin düşündüren yanı da, “kaygıyı” artıranların kimler olduğu bilinmesine karşın “el üstünde” olmalarına olanak sağlanıyor!





Bir “yazgıcılık”, bir “bananecilik”, bir “sananecilik”, bir “bana dokunana dek yaşasınlar” bakışı…





Bir de “bal tutan parmağını yalar” düşlemi…





Başkan Zeydan Karalar’ın “eski Adana dönüyor” müjdesi,





ESOB Başkanı Nihat Sözütek’in “on yılda yirmibeşbin esnaf kepenk kapattı” anımsatması,





Atatürk Parkında “neyin-neden” yapıldığı düşünülmeden, Atatürk Anıtı arkasında çalışmalar yapılması,





Adana’nın katma değerli üretime yönlenememesi,





Esnafların piyasada kalabilme uğraşı verirken yalnız bırakılması, 





Park çalışmalarının ileriye dönük değil, günü kurtarmaya kurgulanması,





Kimler bir anlam çıkarır bilmem de; belediye çalışanlarının bazılarının üç aydan bu yana maaş alamaması…





***





Tüm yaşananları “allı-pullu” anlatan, tozpembe düşler ülkesini anımsatan tümceler kurmaya koşullanan, akşam gideceği eğlence yerini parlatan, giydiği gömleğin markasını öne çıkaran, son model araçlarında caka atan, süslü masalarında “eğilerek” yaşamayı kişilik sayanlara “yolunuz” düşerse sorun…





Gidişi sorduğunuzda “iyi”,  yaptığı işi sorduğunuzda “sabah gelip akşam gittiğini”, üretime katkısını sorduğunuzda “o da ne/ boş ver sen”, üniversite mezunu çocuğunuzun bir yıldır işsiz olduğunu söylediğinizde de “valla doğru, işsizlik bildiğin gibi değil,  benim çevremde de öyle çok ki, öyle işsiz-perişan genç var ki, durum öyle kötü ki” diyeceklerdir!





Bu yurdun “yiyeni”, bu yurdun “doyanı”, bu yurdun “çalışanı”, bu yurdun…





Her şeyi kendileri olduklarına “öyle” inanmışlar ki…





“Eski Adana dönüyor” diyen de, “esnaf kepenk kapatıyor” diyen de, parkta “neyi-neden” ektiğini bilmeyen de; yurttaşın hangi zorluklar içerisinde olduklarını bilmelerine karşın, sorunu çözme yönünde çaba harcamak yerine “sözleriyle” avutma yollarını seçiyorlar!





***





Örneğin şu “eski” sözü bana “pek” iyi gelmiyor!





Adana’nın “eskisi” neden çaba harcanarak istenen oluyor? Asfaltsız, tozlu, çamurlu, çinko çatılı evlerin bulunduğu mahalleler “eski” değil mi?





“Eskiden” bu yana salt teknolojik gelişmeler bile anımsandığında, “neden” eldekilerin yitirilmesi için çalışılacağı düşündürmüyor mu kimseyi?





Şimdi “eski Adana” denirken, “aslında” bunlar denilmediği söylenecek, biliyorum!





“Eskiden” Adana’da fabrikaların, Adana’nın sanayisinin, Adanalının olanaklarının “daha iyi” olduğu yinelenecek!





İşin içerisine “eskiyi” alarak, bugün için “yarını” yaşatamazsınız!





“Eski” denildiğinde kullanılan üretim araçlarından tutun; toplumsal davranışlar, tüketim yolları, gereksinimler… Tüm bunların da “eskiyeceğini” düşünmek gerek!





Asıl amaç “eskiye” çağrı yapmak yerine, “elde” bulunanı; en iyi, en üretken, en katma değerli, en gereksinmelere yanıt verecek, insanları mutlu edecek biçimde “bugüne” uyarlamak olmalı!





***





“İktidarın”, Ortadoğu’yu kaşındırmaya başladığı günlerde; “muhalefet” demedik söz bırakmamasına karşın; o gün olanları savunanlar, bugün gelinen noktada Ortadoğu’nun kaynadığını belirtiyorlar ya…





Sanki “esnafın” yaşadığı zorluk “dün” başlamış gibi “kapanan yirmibeşbin kepenk” konusunda ağlatılı demeçler vermiyorlar mı…





“Bu güne değin nerelerdeydiniz, on yıldır yaşananların sonucunun bunlar olacağını bilmiyor muydunuz, esnaf kirada zorlanırken, alım gücü azalan yurttaşa satış yapamamaktan dolayı acılanırken, vergisini-ssk’sını ödeyemezken nerelerdeydiniz” denmez mi şimdi?





Deseniz de gülüp geçeceklerdir!





Esnafın ödeyemediği vergi-ssk borçlarında yapılandırmalar olmasına karşın, şu an bile binlerce esnafın “yapılandırma taksitlerini” ödeyemediği, kurumların “icra” yoluyla almak için kolları sıvadığı söylenirken “kepenkler kapandı” diyenlere “neredesiniz” diye sormak gerekmez mi?





***





Aslında “herkesin” kaygısı işsizlik, çalışana maaş verememek, parklarda boşa-dikim, kapanan kepenkler, yurttaşın alım gücü de…





Bunları söyleyince “neden bu konularla kendini geriyorsun” oluyor yine de…





Aslında yapılmak istenen “şey”, her yurttaşın hakkı olduğu için “gerilmeyle” de ilgisi yok!





Bir şeyler söylemek zorundalar, “kişileşmiş mutluluklarını” korumalılar, marka giyimlerine sahip çıkmalılar…





Hep kaygıyı “kaygılının” bilmeliler…





Sabah, tevide bir eğitimcinin “kenarı çizilmiş bir otomobilin atıldığını gördünüz mü siz hiç ki, duvarları çatlamış okulları sökelim” sözlerini duyduğumda “yaşasın kaygısızlık” demeden kendimi alamadım!



Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —