Magazin, bir yaşam biçimi durumuna getirildi! Yediği yemeği/ pahalı mobilyasını/ pırlantasını gösteren, paraları orta yerde saçan, tuzlu suya giriş anlarını herkes görsün diye bakışan, bir şey varmış gibi çocuğunun yüzünü saklayan, gebelik döneminin gelişme süreçlerini yayan, ne bileyim; Anadolu insanının/ insanımızın yaşam biçimini öteleyip, kendini sergilemeyi normalleştiren kendine “yabancılaşma” olgusu, kendi medyasını var etti! Şimdi orada, “ekmek kavgamız” diye çırpınan binlerce insan var, toplumsal yaşamı yadsımak dışında hiçbir şey yaptıkları da yok!
Sözü başka yerden, müziği dışarıdan alma, dizelerinde ne olduğu belirsiz bir sürü zımbırtıyı seslendirenler magazin dünyasında “sanatçı” adını da aldılar! Vücutlarının değiştirmedik yerini bırakmayan, her değiştirdikleri yerlerini “medyalarında” anlattıran, giyindiği transparan giysisiyle adının en önce gelmesini sağlayan, vücut çizgilerini “korkusuzca” sergileyrek “ün” kapılarını aralayan magazin dünyası! Pamuk ipliği gibi çabucak teyellenen bir yaşam… Biliyor musunuz, en bileni bizim dönemin ortaokul mezunlarının karşısında susacak denli bilgisiz/ bomboşturlar!
***
Hiçbirinin adını anmayacağım, anıp da prim vermek istemiyorum! En çok kendilerini “ses sanatçısı” ya da “sinema sanatçısı” diye tanıttıklarını bilmeyen yok! Bir düşünür “sanatçıyı” tanımlarken, “yaşadığı dönemin tanığı” demişti! “Sanatçı”, salt haykırarak şarkı söyleyen, kapalı gişe filmlerinde oynayan değil; ortaya koyduğu yapıtla yaşadığı toplumun sorunlarına tanıklık eden, toplumsal dayanışmanın içerisinde yer alan, özel yaşamıyla halkı kendinden soyutlamayandır “sanatçı”!
Yanan ormanları düşünün, geçtiğimiz hafta gerçekleşen iklim yasasını düşünün, açlık prangalarına iteklenmiş yurttaşları düşünün… Bugünün, geleceğe bırakacağı “ağır” yükler bunlar! Magazin dünyasının “sanatçı” diye tanıttığı, zora düştüklerinde “bu yurdun sanatçısıydı” diyecekleri kaç isim “iki söz” etti, dayanışma sağladı? Geçtiğimiz yıllarda yaşanan Marmaris yangınlarında susmayan/ yerinde duramayanlar vardı anımsayın! Bir haftadan bu yana ormanlar yandı, köyle boşaltıldı, binlerce dönümlük ormanlık alanın ekolojik yapısı bozuldu! Anladık ki, geçmişte çırpınanların çırpınışları orman içindeki yanan yazlıkları içinmiş!
***
Sinema sanatçısı Türkan Şoray’ı severim! “Sinema sanatçısı” diyorum; çünkü yaşadığı döneme iz bırakmış bir isim! Seksen öncesi kuşak “magazin” diye bir olgunun bilincinde de olsa, bugünkü kadar yabancılaşmamış, bugünkü kadar “sanatçı” tanımının dışına çıkılmamıştı! Birkaç sinema dergisi vardı, gazetelerde fotoroman sayfaları yer alırdı; Kelebek, Saklambaç gibi…. Dergiler; Hey, Ses, Hayat… Görsel medya bugünkü kadar gelişmiş olmadığından, basılı medyada “sanatçılarla” yapılmış söyleşiler yer alırdı! O dönemden Melike Demirağ’ın bir sözünü anımsıyorum, “özgürlüğüm için her şeyimi, aşkım içinde özgürlüğümü gözden çıkarırım” sözü yıllar geçmesine karşın belleğimde şimdi bile! Bu söz için kitaplar yazılar, şiirler/ öyküler yazılır! Bir tane gösterebilir misiniz şimdi?
Geçtiğimiz günlerde Türkan Şoray’la yapılan bir söyleşi okudum. Bugün “sanatçı” denilenlerin aklından geçmesi olanaksız tümceler kullanmıştı! Şimdi, magazin dünyasının “sanatçılarından” biri “ülkenin sorunlarını sorun saymamak olası mı” diye sorabilir mi? Sinemanın Sultan’ı bu soruyu sormuştu, kendine yönetilen soruya karşılık! Sonra da “gözü kulağı olan, vicdanı olan herkes dert eder. Depremde yitirdiklerimiz, şimdi yangında evlerini yitiren insanlar, yaşamlarını yitiren madenciler, geçim sıkıntısı çeken aileler, okuyamayan kız çocukları, daha pek çok sorun… İnsan olan herkesin sorunudur bunlar” demişti.
***
Dün “teknolojinin” de, yozlaşmaların da, yolsuzlukların da “virüs” gibi olduğunu yazmıştım, o listeye “magazin” de kolaylıkla eklenebilir! “Magazin” de bulaşıcı hastalık gibidir! Önce hoş görüntüler, anlık gülüşmeler gelir, ardından yaşamın dokusuna siner; politikayı da sarar, pazaryerini de sarar, temel gereksinim ürünlerinin etiket üzerindeki fiyatlarına dek uzanır/ gider!
Şu an yaşananlar nedir insanlıkaşkına, umutaşkına, gelecekaşkına? Kimse için “suçsuzdur” demiyorum; yanlış anlamayın! Bir “itirafçının” yüz sözünden ikisini kullanarak insanları “suçlamak” doğru değil diyorum! Buna en çok “magazin dünyasında” tanık olursunuz; biliyorsunuz! Duygudaşlık kurmaktan bu denli uzaklaşmak ne için; anlayamıyorum! Sanıyorum şu an bile bilinen “tebligat” diye bir şey var; gönderir, kimi istiyorsan çağırır/ sorgular/ yargılarsın! Sabahın alaca karanlığında insanları evlerinden almak, ev içinde olanların bakışlarının kararmasına neden olmak neyin nesi; gerçekten anlamıyorum!