Benim iki dedem Sarıkamış Savaşına katılmış. Biri gazi olarak dönmüş ama diğerinin akıbeti belli değil. Satılmış da Sarıkamış gazilerinden. Biraz başa dönelim.
Faruk Nafiz Çamlıbel. Edebiyatımızın en büyük şairlerinden. Gencecik bir edebiyat öğretmeniyken, Kayseri’ye atanmış. Trenle zorlu bir yolculuktan sonra Ulukışla’ya ulaşmıştır. Önünde yaylı at arabasıyla üç gün sürecek başka bir yolculuk vardır. Geceyi bir handa geçirmek ister.
O gece kaldığı han odasının duvarında bir şiir dikkatini çeker. Bu öyle sıradan bir şiir değildir. Vezniyle, kafiyesiyle, ölçüsüyle, duraklarıyla bir şairin eseri ve sanki şair imzasını şiirin içine atmış gibidir.
Garibim namıma Kerem diyorlar.
Aslımı el almış harem diyorlar.
Hastayım derdime verem diyorlar.
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’ım ben…
Ertesi sabah yaylı arabayla yola çıkarken, sorar hancıya, “Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışı hatırladın mı?” Cevap yakıcıdır. Şair ruhu o cevabı şiire dönüştürür.
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi, “Hana sağ indi, ölü çıktı geçende.”
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyh oğlu buradan geçmemişti…
Satılmış, Sarıkamış harekatından sağ dönenlerden biridir. Ne var ki, Sarıkamış’a Yemen cephesinden sevk edildiği için üzerinde kışlık elbisesi yoktur. Savaştan sonra köyüne, anne ve babasına dönmek için yola çıkar ama ancak Ulukışla’ya ulaşabilir. Vereme yakalanmıştır.
Oysa hasret kavurmaktadır içini. Buraya kadar geldikten sonra… Ama ne parası vardır gidecek, ne de takati. Evden ayrıldığı gün gelir aklına ve dertlenir Satılmış:
On yıl var ayrıyım kına dağından
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben…
Öyleydi o zamanlar. Bir cephede savaş bitince, hiç dinlenmeden, düşünmeden diğer cepheye koşmak, görevdi, vatan borcuydu. Akılda sıla hasreti, gönülde sevgili olsa da, gidemezdin, vatan seni beklerken.
Gönlümü çekse de yârin hayâli
Aşmaya kudretim yetmez cibâli
Yolcuyum bir kuru yaprak misâli
Rüzgârın önüne katılmışım ben…
Üstelik kolay mıydı o dağları aşmak? Kuru yaprak misali rüzgar oradan oraya savururdu insanı.
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış kimdi? Kimin nesiydi? Çok aradı Faruk Nafiz, çok soruşturdu ama bilen yoktu. O da Satılmış’a içinden geçtiği gibi seslendi.
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyh oğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti, işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ve Maraşlının hikayesi Faruk Nafizin kaleminde 140 beyitlik bir şiire dönüşür. “Han Duvarları.”
Büyük şair kendini nasıl tanıtıyordu, hatırlayalım mı?
Varsın seni ömrünce azabın kolu sarsın.
Şair sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın.
ÇOK HAKLISIN ÜSTAT. AZABIN KOLLARINDA ÜZÜLDÜN, ÖLDÜN.