MUGALATA !

“İnsanlar çoğunlukla kendi gözleriyle değil, başkalarının gözlükleriyle bakar dünyaya.” — Arthur Schopenhauer

“İnsanlar çoğunlukla kendi gözleriyle değil, başkalarının gözlükleriyle bakar dünyaya.”
— Arthur Schopenhauer

İnsanların hayalleri, idealleri her zaman olacaktır, olmalıdır da...

Ancak eğer hayalleriniz suya düşmüş, güvendiğiniz dağlara kar yağmışsa ve ukdeniz uhdenizde kalmışsa, artık yalnızsınız demektir. Bu yalnızlık, hayal kırıklığından öte bir sorgulamaya davettir.

İçinde bulunduğumuz ruh hali hepimiz için geçerlidir ama yine de durup “Nerede yanlış yaptık?” diye sormuyoruz. Neden?

Acaba bunun başlıca nedeni, "mugalata" adlı kurnaz ve güçlü bir silahla hayal âleminde mesai yapanlara olan saf güvenimiz midir?

Yoksa cehaletin gölgesinde şekillenen biat kültüründeki suskunluğumuz mu?

Hakikate duyarsız kalıp sadece “laga luga yapma” diyerek geçiştirmemiz mi?

Belki de sadece korkaklığımızdır... Ne dersiniz?

Mugalata ve lagaluga, dilin renkli dünyasında “boş laf” etrafında dans eden iki kavramdır.

Mugalata, bir safsatadır. Mantığı çarpıtan, halkı yanıltan söz oyunlarının sanatıdır.

Lagaluga ise bu kurnaz sözlere halkın "boş gevezelik" diye verdiği dobra cevaptır.

Peki, “hayal âleminde mesai yapmak” hakkında ne denebilir?

İster işçi olun, ister köylü, esnaf ya da memur; hatta amir veya yönetici... Ama en çok siyasetçilerin sahnesidir bu...

Zira, halka hizmet için 24 saat çalışması gerekenler, koltuk sevdasıyla yalan dolanla vakit harcar,mugalata yaparken,bizler “lagaluga yapma, sadede gel, gerçeği söyle!” diyerek isyan etmek yerine susarız.

Oysa,  bir siyasetçi, “Ekonomimiz uçuyor, herkes zengin!” diyorsa ve biri çıkıp “Heeey! Bize de mi lagaluga?” diye haykırsa, bu “Kral çıplak!” anıdır ve mugalatanın foyası ortaya dökülür, yani mugalata kurnazca bir yanıltmaca ise  lagaluga da halkın içten tepkisidir, ki kökenleri ayrı olsa da ruhları ortak olan...

İbn-i Sina diyor ki; “Mugalata yapanlar ya bilgisizlikten çelişkiye düşer, ya hasmını yenmek için hileye başvurur, ya da bilgiçlik taslamak için safsata yapar.”

Altın Çağ’ın büyük bilgini İbn-i Sina, Kitabü’ş Şifa adlı eserinde, mugalatayı “doğru gibi görünen ama yanlış olan akıl yürütme” olarak tanımlıyor ve uyarıyor; “Hakikati arayan, mugalatanın tuzağına düşmemek için aklına ve muhakemesine güvenmeli, her önermeyi sorgulamalıdır.”

Bu sözler, mugalatanın sadece mantıksal değil, psikolojik ve sosyal bir boyutunun da olduğunu göstermiyor mu?

Bazı kimseler, mugalatayı bilgisizlikten değil, karşı tarafı alt etmek için bir silah olarak kullanır, yani bilinçli yapar.

Yakın tarihimizden bir sahne:

1930’da Galatasaray Lisesi’nde öğrenci olan Haldun Taner, Atatürk’ün fotoğrafındaki o keskin bakışlara bakıp şöyle demiştir; “Bu gözlerden hiçbir şey kaçmaz. Bu adam kandırılamaz, aldatılamaz. Mugalataya pabuç bırakmaz.”

Mustafa Kemal Atatürk’ün bakışı, sadece bir poz değil, hakikati sezen bir iradenin simgesidir.

Demagoglar ise yalanı gerçek gibi sunan ustalardır.

Vikipedi şöyle tanımlar:

“Demokrasilerde yoksul, eğitimsiz ve cahil halk yığınlarının bilgisizliğini, önyargılarını, duygularını ve korkularını kullanarak güç kazanan siyasetçi.”

Prof. Dr. Tevfik Dalgıç’ın ifadesiyle, onlar “nefret teşvikçileri”dir,(*)

Mugalata, demokrasinin en büyük açmazı ve halkın oyunu alabilmek adına duygulara oynamak suretiyle iktidar olabilmenin büyük silahı...

Demokrasilerin en büyük zaafı ve demagogların bu gücü kötüye kullanabilmesidir sorun; Büyük vaatler, korku tellallığı ve “biz-onlar” ayrımı yaratarak kitleleri peşlerinden sürüklemek...

Bu nedenle mugalata, sadece yalan değil, aynı zamanda gerçekleri çarpıtan, abartılı umutlar sunduğu için bir sanattır ve bu sanat, demokrasilerin hem sınavı hem de en büyük tehdid olduğunu bilmeliyiz.

Bakın, o usta demagoglar, demokrasinin doğuşundan beri varlığını sürdürmüş, Antik Atina’dan modern dünyaya, bu figürler kitleleri manipüle ederek güç kazanmışlar, ki işte tarihten örnekler;

Cleon (Eski Atina): Kitlelerin öfkesini aristokratlara karşı körükleyerek Atina demokrasisini sarstı...

-Adolf Hitler (Almanya): Tarihin en yıkıcı demagogu; korku, nefret ve milliyetçilikle kitleleri peşinden sürükledi, toplumu kutuplaştırdı.

-Joseph McCarthy (ABD): 1950’lerde komünizm korkusunu körükleyerek “cadı avı” başlattı, yalanlarla siyasi kariyerini inşa etti.

-Donald Trump (ABD): 2016 ve 2020 seçimlerinde popülist söylemlerle kitleleri harekete geçirdi. Göçmenleri günah keçisi yaparak ve medyayı “yalan haber” ile suçlayarak kutuplaşmayı artırdı.

-Jair Bolsonaro (Brezilya): Çevrecileri ve yerli halkları hedef alarak, ekonomik sorunları basit çözümlerle çözeceği vaadiyle kitleleri etkiledi.

-Viktor Orbán (Macaristan): Göçmen karşıtı söylemler ve “Avrupa’nın Hıristiyan kimliğini koruma” retoriğiyle otoriter bir rejim inşa etti.

-Narendra Modi (Hindistan): Hindu milliyetçiliğini körükleyerek Müslümanları ve diğer azınlıkları hedef alan söylemlerle kitleleri mobilize etti. Medyayı kontrol altına alarak eleştirileri susturdu.

-Rodrigo Duterte (Filipinler): “Uyuşturucuyla savaş” vaadiyle halkı etkiledi, ancak bu söylem binlerce yargısız infaza yol açtı, demokratik kurumları zayıflattı.

-Matteo Salvini (İtalya): Göçmen karşıtı “İtalya’yı İtalyanlara geri verme” retoriğiyle kitleleri peşinden sürükledi. Ancak ekonomik vaatleri, İtalya’nın borç krizini çözemedi.

-Nicolás Maduro (Venezuela): Ekonomik çöküşü “emperyalist komplolara” bağlayarak halkı manipüle etti. Hiperenflasyon ve yoksulluk artarken, otoriter yönetimiyle muhalefeti ezdi.

Bu örnekler, demagogların ortak özelliğini ortaya koyar: Kitlelerin korkularını ve önyargılarını sömürerek, mantığı devre dışı bırakıp duygusal bir fanatizm yaratırlar.

Türkiye’nin siyasi tarihinde de demagoglar, popülist söylemler ve mugalata ile sıkça sahne almış, benzer tablolar yaşanmıştır;

Adnan Menderes (1950’ler): Demokrat Parti lideri olarak, “her köye traktör, her eve refah” gibi popülist vaatlerle kitleleri peşinden sürükledi.

-Süleyman Demirel (1960’lar-1990’lar):   “70 cente muhtaç Türkiye” söylemiyle ekonomik sorunları dış güçlere bağlayarak popülist bir imaj çizdi. “Bize sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” gibi söylemlerle kutuplaşmayı körükledi. Ekonomik vaatleri, 1990’larda artan enflasyon ve krizlerle çöktü.

-Necmettin Erbakan (1970’ler-1990’lar): Milli Görüş hareketiyle “ağır sanayi hamlesi” ve “İslam birliği” vaatleriyle dindar kitleleri etkiledi. Laik kesimleri dışlayan söylemleri, toplumda kutuplaşmayı artırdı.

-Tansu Çiller (1993-1996): Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olarak “herkese iki anahtar” (ev ve araba) vaadiyle kitleleri kandırdı. Yanlış ekonomik politikaları, 1994 ekonomik krizine yol açtı; dolar fırladı, enflasyon rekor kırdı. Susurluk skandalında mafya-siyaset ilişkilerini “devletin bekası” retoriğiyle örtbas etmeye çalıştı, halkın güvenini sarstı.

-Recep Tayyip Erdoğan (2000’ler-Günümüz): AKP lideri olarak, başlangıçta demokratik reform vaadiyle kitleleri kazandı. Ancak, 2013 Gezi Parkı protestolarından sonra “dış mihraklar” ve “faiz lobisi” gibi söylemlerle ekonomik sorunları dış güçlere bağladı. Medya kontrolü, muhalefeti “terörist” olarak damgalamak...

-Devlet Bahçeli (1990’lar-Günümüz): MHP lideri olarak, milliyetçi söylemlerle kitleleri harekete geçirdi. “Hainler” ve “bölücüler” retoriğiyle Kürtleri ve muhalifleri hedef alarak kutuplaşmayı derinleştirdi.2024’ten itibaren PKK’nın feshi ve DEM Parti ile diyalog çağrılarıyla (örneğin, 22 Ekim 2024’te Öcalan’a “Meclis’te konuş” önerisi ve DEM Parti’ye taziye ziyareti) geçmişteki sert milliyetçi duruşundan ters bir profil çizdi. Bu, “Terörsüz Türkiye” söylemiyle barış ve kardeşlik vurgusu yaparken, muhalifleri “sivil darbe”yle suçlaması, çelişkili bir mugalata olarak görülüyor.

Yalan ve manipülasyon, sadece siyasette değil, toplumun farklı alanlarında da yıkıcı etkiler yaratır.

Türkiye’de, halkı yalan vaatlerle kandırarak ekonomik ve sosyal çöküşe yol açan siyaset dışı figürler de olmuştur;

-Jet Fadıl (Fadıl Akgündüz): “Jet-Pa” adıyla bilinen iş insanı, 1990’lar ve 2000’lerde “herkese araba, herkese ev” vaatleriyle binlerce kişiyi dolandırdı. Kaparo toplayarak lüks projeler satma sözü verdi, ancak projeler ya tamamlanmadı ya da hayaliydi. Yüzlerce aile birikimlerini kaybetti.

-Tosuncuk (Mehmet Aydın): Çiftlik Bank skandalıyla, “yüksek kâr garantili çiftlik yatırımı” vaadiyle on binlerce kişiden milyonlarca lira topladı. 2016-2018 arasında, sanal çiftlik oyunuyla halkı kandırdı; sistem bir Ponzi şemasıydı. Binlerce kişi mağdur oldu.

-Adnan Oktar: “Kedicikler” ve lüks yaşam tarzıyla, dini söylemlerle kitleleri etkiledi. Yalan vaatlerle gençleri çevresine topladı, maddi kaynaklarını sömürdü ve suç örgütü kurdu. Sosyal ve psikolojik yıkıma yol açtı.


-Cübbeli Ahmet (Ahmet Mahmut Ünlü): Dini söylemleri popülist bir şekilde kullanarak kitleleri etkiledi.

-Fethullah Gülen: FETÖ lideri olarak, “eğitim ve cemaat” kisvesiyle milyonları peşinden sürükledi. Dini söylemlerle gençleri manipüle etti, 2016 darbe girişimine kadar uzanan bir suç şebekesi kurdu. Halkın güvenini ve devletin kurumlarını çökertti.

-Said-i Nursi Temsilcileri (Bazı Nur Cemaati Kolları): Said-i Nursi’nin öğretilerini çarpıtarak, dini duyguları sömüren bazı gruplar, bağış toplama ve “manevi kurtuluş” vaatleriyle kitleleri etkiledi...

Sosyal medyada da görüyoruz, mugalata yapanları...

İşte “hızlı zengin olma” veya “kolay para kazanma” vaatleriyle gençleri kandıran fenomenler var ve  özellikle kripto para dolandırıcılığıyla biliniyorlar. 2021’deki Thodex skandalı, yüz milyonlarca dolarlık zarara yol açmış!

Hepsinin ortak noktasısı var;Mugalata...

Onlar,gerçekler yerine duygularımıza oynadılar, hayal aleminde mesai yapıp 'La Fonten'den Masallar' anlattılar, hayalî boş safsataları, vaatleri  hayatımızın hayali oldu, zira onlara inandık hatta güvendik de...

Ama, fakat , lakin çoğu boş çıktı. Arasıra  “lagaluga yapma!” diyerek es geçtik...

Neden isyan etmedik ve sorgulamadık?

Ama artık bilmeliyiz;

Bu figürler, mugalatanın yıkıcı gücünü gösteriyor,abartılı vaatler ve karizmatik iletişimle, ekonomik ve sosyal zararlar yaratıyorlar.

Son yıllarda artan enflasyon, işsizlik ve gelir eşitsizliğini düşünelim. Özellikle sosyal medyada ekonomik veriler tartışılıyor, resmi söylemlere şüpheyle yaklaşılıyor hatta yurt dışı fırsatlar araştırılıyor veya yerel girişimlerle ekonomik kıskacı kırmak için çalışılsa da genellikle bireysel kalıyor ve  kitlesel bir harekete dönüşemiyor...

Zira , demagogların kutuplaştırıcı söylemleri arzulanan toplumsal dayanışmayı zayıflatıyor, bağışıklık geliştiriyor, yani çoğumuz mugalatanın büyüsüne kapılmış gidiyoruz...

Gerçi, demagogların yalanlarına kanan kitlelerin uyanışı, genellikle ekonomik çöküşü bizzat yaşadıklarında başlasa da, bu süreç yavaş ve sancılıdır.

Unutmayalım ki;

Cahil kitlelere gerçeği anlatmak ve onları uyandırmak demokrasinin en zor sınavlarından birisidir...Demagogların mugalatasını çürütecek en güçlü silah her ne kadar büyük sabır, strateji ve kolektif çaba gerektirsede halkın aydınlatılması ile mümkündür.

Halkı manipüle ederek demokrasiyi ve ekonomiyi, hukuk, eşitlik ve özgürlük gibi demokrasinin temel taşları çökerten mugalatacılar, Türkiye’de  ekonomik krizler ve kutuplaşma ile kendilerini gösteriyorlar...

Artık halkın birikimleri ve güveni yok edilmiş gibi, ama bir uyanış gerekli... Mesela eğitim reformlarıyla, diyalog ve samimi iletişim kurmakla  demagogların ve sahte vaatlerin yol açtığı çoklu organ yetmezliğini de geri dönülemez çöküşü de yenebiliriz.

Gerçek, sadece aklın değil, cesaretin de işidir.
Ve bazen bir kişi, milyonlara ses olur:
“Kral çıplak!”

Platon 'un dediği gibi;

“Hakikat, yalanların gölgesinde gizlenir, ama er ya da geç kendini gösterir.” bu nedenle mugalatayı bir silah gibi kullananlara karşı senin de bir kalkanın olduğunu unutma;

Oku, düşün,sorgula ve de ki; Laga luga yapma, sadede gel!

Mustafa Kemal Atatürk der ki:
“Ben, manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.”
Suat Umutlu 
28 Mayıs 2025
--
(*) Prof. Dr. Tevfik Dalgıç
https://www.muhalif.com.tr/kose-yazisi/4272/mugalataya-bagli-siyasetin-sonu-coklu-organ-yetmezligi


SUAT UMUTLU

29.05.2025 00:04:00

YAZARLAR


YÜREĞİR’E BELEDİYELER BİRLİĞİNDEN 2 ÇÖP KAMYONU

"ÇOCUKLAR CAMİDE KUR’AN DA ÖĞRENİR, EĞLENİR DE"

KURBANLIKLARA 147 MİLYAR LİRADAN FAZLA PARA ÖDENECEĞİ TAHMİN EDİLİYOR”

Düzgün COŞKUN Yazdı/ "ÜRETMEZSEK ÜRETENE MUHTAÇ OLURUZ”

“ADANA MAARİF ORKESTRASI VE HALK DANSLARI TOPLULUĞU” GÖSTERİSİ

"ÇİFTÇİ ÜRETEMEZSE AÇ KALIRIZ"

HER 4 KADINDAN 3’Ü GENİTAL ENFEKSİYON GEÇİRİYOR!

MS HASTALARI İÇİN GÜNEŞ IŞIĞI ÇOK ÖNEMLİ

ADANA’DA KADININ İNSAN HAKLARI EĞİTİM PROGRAMI (KİHEP) HAYATA GEÇİYOR

“DOĞAL AFETLER TARIMSAL ÜRETİMİ OLUMSUZ ETKİLİYOR”

“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN OLUMSUZ ETKİLERİ REKOLTEYİ VURDU”

SAKIP SABANCI EĞİTİM ÖDÜLLERİ’NİN SAHİBİ OLDULAR

TGC’DEN AZRA SÖZCÜ VE ALPEREN ULUKUŞ’A SALDIRIYA KINAMA

SASA TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK 36. SANAYİ KURULUŞU

ABB’DEN HAŞEREYLE MÜCADELE AÇIKLAMASI

YENİ ADANA STADININ YERİ NASIL OLUŞTU?

Ergül HALİSÇELİK Yazdı / REFORM MU, KUŞATMA MI? YEREL YÖNETİMLERDE YENİ DÖNEM TARTIŞMALARI