Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti yıkılmış, Irak toprakları üzerindeki hâkimiyetimiz sona ermişti.
Misâk-i Millî sınırlarımız içindeki Musul ve Kerkük başta olmak üzere; İngilizlerin çıkarttığı isyanlar, tezgâhladığı sinsi senaryolar ve masa başı oyunlarıyla Türkmen şehirleri teker teker bizden koparılıyordu.
Yalnız ve himayesiz kalan Türkmenler; ayrılık acısını ve isyanını, ancak hoyratlarında, türkülerinde ve mânilerinde dile getirebiliyorlardı. Özellikle Kerkük hoyratları; ana vatandan kopartıldıktan sonra, bir asrı aşan hüznü, yalnızlığı, uğradıkları zulmü ve baskıyı acı bir feryat olarak dile getiriyorlar, kan gardaşımızın, can gardaşımızın, mazlum çığlıklarına dönüştürüyorlardı.
Şu Kerkük türküsünü dinleyip de gözleri dolmayan, içi sızlamayan, bağrı korlaşmayan, yüreği yanmayan, ciğeri kavrulmayan bir vicdan olur mu?
“Yıktılar kalamızı.
Sürdüler balamızı.
Daha can boğazdayken.
Çektiler salâmızı.
Ah Kerkük (y)üz ağ Kerkük,
Her zaman (y)üz ağ Kerkük,
Ölseydim düşmeseydim,
Men sennen uzağ Kerkük,
Elinde yad elinde,
Öt bülbül yâd elinde,+.
Bir diyar mezar olsun,
Kalmasın yâd elinde.
Can Kerkük canan Kerkük,
Her söze kanan Kerkük,
Kalıptı yardan uzak,
Mum kimin yanan Kerkük,”
LANET OLSUN;