Ümit Yaşar Oğuzcan, 'Donlara Destan' adlı şiirinde (1);
"Don deyip de geçmeyelim
Hepimizin iyi kötü bir donu var
Yünlüsü, pamuklusu
İpeklisi, naylonu var.
Ayşe hanımınki fıstıkî yeşil
Durur yaprak misali tende
Fatma hanımınki patiskadan
Rengi havai pembe.
Mühendisin karısı
Naylon donu tercih eder
Ayak ayak üstüne atıp
Komşulara caka satar.
Mühendis beyi sorarsanız
Çifte don giyiyor kışın
Zırh gibi, kalkan gibi bir şey
Vallahi işlemez kurşun.
Siyatiği var Fitnat hanımın
Uzundur fanila donu
Zehra kadınınki bohça gibi
Yamalıdır her yanı.
Leman hanımefendinin ise
Kâh mavi, kâh gül kurusu renkli
Hepsi de avuç içi kadar
Kenarları işlemeli, ipekli.
Ya altın dişli
Pakize hanımın donu
Bir gören bin şiir yazar
Ayıptır söylemesi
Pakize hanım donsuz gezer ..."
*
Ümit Yaşar Oğuzcan'ın yıllar önce kaleme aldığı 'Donlara Destan' şiirindeki Pakize Hanım'ın 'donsuzluğu', görünürde basit bir detay gibi dursa da, aslında toplumsal bir eleştirinin metaforu. Şiir, dış görünüş ile iç gerçekliğin tezatlığını mizahi bir dille sunarken, akıllara hemen günümüzdeki benzer 'çıplaklıkları' getiriyor. Acaba bugün, diplomasızlıklarıyla, liyakatsizlikleriyle ve utanmazlıklarıyla adeta 'çırılçıplak' dolaşan Yeliz'ler ve benzerleri için kim bir 'Diplomalara Destan' yazardı?
Donsuzluk, simgesel bir çıplaklık, değerlerden, ahlaktan, utanmadan, ardan yoksun bir hastalık ama görünen türden...
Televizyonlarda algı için yapılan arsızlık, siyasette yüzsüzlük, sokakta ise bir umursamazlık hâkim, garip olan herkes her şeyini sergiliyor ama kimse içini açmıyor ya da göstermiyor.
Gündemdeki diplomasızlık yalnızca eğitim eksikliği değil; sahtekârlığın, gösterişin ve torpil kültürünün ayyuka çıktığı bir dönemdeyiz. Adeta CV’si yalan roman, kariyeri torpil destanı olanlar memleketin kaderini çizerken, gerçekten çalışanlar bu sistemin çarkında öğütülüyor.
Türkiye bugün iki büyük yokluğun pençesinde diyebiliriz:
'Ahlâkî' don yoksunluğu ve 'Zihinsel' diploma eksikliği...
Bu iki yoksunluk, bizi adeta bir labirentin içine hapsediyor. Sahte parıltıların göz kamaştırdığı, gerçek liyakatin ise göz ardı edildiği bu labirentte, dürüstçe ilerlemeye çalışanlar sıklıkla yollarını kaybediyor. Zira bu labirentin duvarları sadece cehalet ve sahtekarlıktan değil, aynı zamanda toplumsal suskunluktan, umursamazlıktan ve 'bana ne' zihniyetinden örülü. Bu sessizlik, sahte kahramanların yükselmesine zemin hazırlarken, gerçek değerlerin görünmez kalmasına neden oluyor.
Liyakat donunu çıkarıp torpil atletini giyenler sanki utanmayı unutmuş bir ordunun öncüleri...
Sahte diplomalarla kurulan iktidarların ahlâk donunu yitirmiş medya kalemşorlarıyla ittifak hâlinde olmasına ne dersiniz?
Bugünün Pakizeleri ne gizliyor ne de utanıyor zira donsuzluk bir cesaret değil, kariyer basamağı, diplomasızlık da bir eksiklik değil, ar damarı çatlamışların liyakati olmuş!
Ümit Yaşar yaşasaydı;
“Biri donu yok diye utanmaz,
Diğeri diploması yok diye övünür.
Donunuzu da diplomanızı da giyin de,
Biraz da vicdanınız görünsün be kardeşim!” der diye düşünüyorum.
Zira bu ülkenin ihtiyacı ne don, ne de diploma...
Eksik olan; karakterli insan, ehil yönetici, utanmayı bilen bir toplum!...
**
Dedik ki:
Bu ülkenin donu yırtık, diploması sahte…
Peki şimdi soralım: Nasıl kurtuluruz?
Utanmayı Hatırlayarak: Her şeyin başı utanmak olsa da bizde utanmak zayıflık sayılıyor. Mesela, donu düşenin ilk tepkisi örtünmek değil midir? Bugün örtünmek değil, teşhir revaçta! Yüzsüzlükle savaşmak istiyorsak önce aynaya bakacağız zira sistem kadar, susarak göz yuman halk da suç işliyor demektir...
Diplomayı Değil, Liyakati Öne Alarak: Diploma önemli, ama sahteyse sadece duvar süsü... “Kafasına koymayana, kağıt vermenin anlamı yok!” derler. Diploma denetimi olmalı, liyakatsiz atamalar iptal edilmeli, özde eğitim politikaları kurulmalı, diplomasızlar yönetimden uzaklaştırılmalıdır. Bu, sadece YÖK düzeyinde değil, her kurumun kendi iç denetimini sıkılaştırmasıyla da mümkün.
Cehaleti Övmeyi Bırakarak: Cehalet artık yalnızca bir eksiklik değil, moda ve “Ben okumam ama her şeyi bilirim” devrindeyiz. Bilgiye yeniden itibar verilmeli, uzmanlık alay konusu olmaktan çıkarılmalı. Okumuş insan hain değil, kılavuz sayılmalı. “Cahil cesaretine hayran olmak yerine, bilgeliğe kulak vermeyi öğrenmeliyiz.”
Ahlâkın ve Vicdanın Dönüşü Mümkün müdür?: O, diplomalı olsa bile vicdansızsa çürümüştür. Diploma eksikliği telafi edilir ama vicdan yoksa, toplum mahvolur. Bu mesele sadece sahte belge değil; vicdan yoksunluğu meselesidir.
Medyayı Kirden Arındırmak: Donsuzluğu ve diplomasızlığı besleyen en güçlü silah: medya. Sahte kariyerler övülüyor, gerçek uzmanlar susturuluyor, cahiller alkışlanıyor. Medya artık göstermek için değil, anlatmak için çalışmalı, magazin değil, medeniyet konuşulmalı, yalana mikrofon, yüzsüzlüğe ekran verilmemeli zira “Donu düşmüş” bu ülkeyi; ancak utanmayı bilen, bilgiyi savunan, liyakati kutsayan insanlar kurtarır.
Zira bu ülke hâlâ güzel… Ama üzerindeki örtü çoook kirli. Yıkamak bizim elimizde.
**
Seferberlik vakti geldi mi?
Don düştü,
Diploma sahte çıktı,
Vicdan susmuş, liyakat gömülmüş…
Eee!
Bahanesi yok artık...
Bu seferberlik, her birimizin kendi 'donumuzu' ve 'diplomamızı' sorgulamasıyla başlayacak, küçük de olsa atılacak her dürüst adımla büyüyecek.
Eğitimde Gerçek Devrim: Bu seferberliğin ilk adımı, ezberci değil, düşünen ve sorgulayan bireyler yetiştiren bir eğitim sistemidir. Sahte diplomalara karşı ağır yaptırımlar getirilmeli, liyakate dayalı bir sistemin inşası için adımlar atılmalı ve üniversitelerimiz yeniden bilim üreten merkezler haline gelmelidir. Zira diplomadan önce 'insan' yetiştirmeyi hedeflemeliyiz.
Ahlâk ve Vicdan Hareketi: Don, değerlerin örtüsüdür. Yırtılmışsa dikilmeli. Ahlâklı olmak enayilik değil, erdemdir. Yalana susan, rüşvete göz yuman vs. karşı saftadır. Bu ülke, pak donlar giyen karakterli insanlarla ayağa kalkar.
Liyakate Dayalı Devlet Reformu: “Kimden torpillisin?” yerine “Ne biliyorsun?” sorusu esas alınmalı. Sahte belgeler temizlenmeli, görevde yükselme değil, sorumlulukta derinleşme esas alınmalı... En büyük diploma: güven duyulan kurumlar olmalıdır.
Halkın Sessizliğini Bozması: “Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yöneltilmiş tehdittir.” – Montesquieu.
Suskunluk değil, ses gerek! Eleştiriden korkmayın, tartışan, düşünen bir halk yeniden doğmalı. Bu bir devrim değil, uyanış hareketidir.
Kültürel ve Sanatsal Seferberlik: Sanat eğlence değil, uyanıştır. Donu değil düşünmeyi öğreten filmler, sanat propaganda değil, hakikatin aynası olmalıdır. “Donu, diploması ve dili kirlenen milletin kültürü de çöker.” diyebiliriz...
**
Yıllar önce bir spiker, “Don’suz geceler dileriz” demişti…
Ve,
O zamanlar gülmüştük.
Ama şimdi?
Don’suzluk bir hava olayı değil…
Bir hal-i pür melal.
Ve artık, gülünecek değil; düşünülecek bir durum.
Don deyip de geçmeyelim
Hepimizin iyi kötü bir donu var...
Yeliz'in de...
Son !
Suat Umutlu
07 Ağustos 2025
__
(1)Ümit Yaşar Oğuzcan ' ın Donlara Destan adlı şiiri hakkında;
Bu şiir genellikle Ümit Yaşar Oğuzcan’a atfedilse de, bazı edebiyat araştırmacıları ve kaynaklar onun eser kataloğunda geçmediğini; halk arasında dolaşan anonim bir taşlama olarak yayıldığını belirtmektedir.
"Ayşe Hanım’ın donu" bölümünde: toplumdaki gösteriş, sınıfsal ayrımlar ve bireysel özentiler hicvediliyor.
"Pakize hanım donsuz gezer" cümlesi ise toplumsal duyarsızlığa; önemli insani trajedilerin yerine önemsiz ayrıntılarda boğulan bir medya ve halk ilgisine eleştiri getirmektedir.