Poulantzas, "olağanüstü devlet"leri (exception state), faşizmi ve diktatörlükleri kapitalizmin olağan halinin krizlerine bağlıyordu. Artık olağan-olağan dışı da kalmadı, onların sonrasında postmodernizm, postyapısalcılık, posthümanizm çağındayız da bunlar birer negasyon nitelemesi, her negasyon da iyi olumlu yönde bir negasyon değil. Hele de çevredekiler Osmanlının hasta ve bozuk düzen sayıldığı gibi post öncesi veya sonrasında hakim olanla aynısını da başaramıyor, biraz kırık, biraz bozuk halde devam ediyor.
Hepimiz gerek dünyada gerekse Türkiye’de neler yaşanıyor, nasıl tanımlanabilir, en azından uygun betimleri nelerdir diye süreçleri kaygıyla tanımaya anlamaya çalışıyoruz. Dünyada yaşananlar neler, Türkiye’de yaşananlar basit birer yansıma mı, aynı zamanda yerli ve milli olan başka halleri mi? Küreseli nedir, yerlisi millisi nedir, sahisi sahtesi nedir, orijinali kopyası, orijinali bozuk hali nedir, öncesi sonrası nedir?
Aşma, eskiyi içererek daha farklı bir çeşidine doğru geçmedir. Nicelik anlamında daha ince, rafine veya daha etkilisi anlamında öncekinin “ilerisi” sayılabilir. Ancak “post” olarak “sonraki” “nitel” anlamda, nitel ölçüler koyulduğunda, saflık, doğallık, iyi niyet, iyilik, güzellik, eşitlik vb. gibi “içerikli” ölçütler bakımından her zaman daha fazlası daha nitelikli olduğu anlamına gelmez, içerikli ölçütler, olumlu yöndeki göstergeler bakımından “post/sonradan gelen” çok daha gerilere düşmüş olabilir.
Ticaret, koloniyalizm, emperyalizm dönemi öne çıktıkça büyük güç/hakimiyet savaşları önce Rusya ile Batı, sonra Sovyetlerle ve Türkiye ile Batı, daha sonra Japonya, İtalya ve Almanya ile Batı arasında başladı sayılır.
Modernizmin ikinci evresi sayılacak bu dönem postkoloniyalizm değil koloniyalizmin post hali olarak İngiliz ve biraz Fransız odaklı endüstriyel kapitalizme karşı çeperindeki Prusya’nın, İtalya’nın, Rusya’nın, Japonya’nın, Türkiye’nin uyarlanma, baş edebilme evresi idi. Yüksek teknolojiyi ve endüstrileşmesi daha önce giden İngiltere ve Fransa’yı yakalayabilmek için kitlesel motivasyonlarla karma veya toptan kitlesel halde farkı kapatma arayışı idi. Başarılı da oldu.
En son örneği Çin.
Ancak hiçbiri birbirine dönüşmekten, karşıtına dönüşmekten kurtulamadı.
Çağ kapitalizm çağı.
Her çağın bir erdemi tılsımı ideolojisi yönetim biçimi olacak.
Yönetim biçimi de kapitokrasi.
Otokrasi, aristokrasi, teokrasi, plütoktrasi, timokrasi, oligarşi, monarşi, demokrasi, teknokrasi, kleptokrasi vb. terimlerinin “-krasi” ek nitelemesi etimolojik olarak Antik Yunanca "kratos" (κράτος) kelimesinden türemiştir; "güç", "iktidar", “hakimiyet”, “egemenlik” veya "yönetim" anlamına gelmektedir.
“Post” sözcüğü iki farklı etimolojiyi taşımaktadır. Güçlü olanı yenip en güçlü hale gelmek (kurdu öldürüp postunu kuşanmak), tarikatta “post”u kapmak, Anadolu’da iktidarı gücü nemayı ele geçirmek, bu anlamda aktüel en son güç haline gelmek anlamındadır. Latincede “post” sözcüğü bir diğerinin etki ve öneminin geçmesi veya yok olması, yok edilmesi, sonradan gelen, “sonra” anlamındadır. Güncel olarak sık sık postmodernizm, postyapısalcılık, post hümanizmden bahsediliyor. Hükmü yıkılan anlamında yanlış kullanımlar değil ancak negatif anlamda bunlar. Yerine geçen nedir, “-krasi” kimde, onu doğrudan göstermiyor. Mevcudu en iyi paranın gücü/ iktidarı anlamında “kapita-krasi” olarak niteleyebiliriz. Marx’ın baş yapıtı “Das Kapital” çağı.
Kapita-krasi, yani paranın gücü, para sahiplerinin yönetimi, aynı zamanda kendinden önceki ilkelere “post/sonra” haldedir:
-Aydınlanmanın yok sayılması, akıldan, bilimden, yöntemden uzaklaşılması, geriye düşülmesi anlamında postmodermizm,
-Ulus veya bölgesel devlet veya oluşumların kendi yarı özerk etki alanlarının, bağımsızlıkların örselenmesi, anlamını yitirmesi anlamında postnasyonalizm,
-Her tür ilke, düzen veya yerleşik yapının aşındırılması anlamında deregülasyon, düzensizlik,
-Pazarın ulusal karakterinin kalkması, tüm dünyanın paranın dolaşım alanında olması anlamında küreselleşme,
-İnsanlığın yok sayılması anlamı üç halde, birincisi insanın gelişiminin odak olmaktan çıkması, insana saygının, insanın bir değer oluşunun yok olması, insandan ve insanlıktan kopma anlamında posthümanizm,
-İkincisi eski ve yeni hümanizma, insanlığın yarattığı mitolojiden mimariden bilim felsefe sanata, bunların yüksek hallerinin insanın yüksek halleri olduğu, tüm insanlığın başarısı olduğu, bu yüksek başarıların model alınması anlamındaki hümanizmn yok sayılması anlamında, uygarlıkların anlam ve değerini kaybetmesi anlamında, bunların yerine paranın geçirilmesi anlamında posthümanizm,
-Üçüncüsü insanın insan olarak değerinin aşınması, insanın değersizleşmesi anlam ve değerini kaybetmesi anlamında posthümanizm,
-Doğanın ve çevrenin bile yok sayılması, hepsinin yerine paranın geçmesi anlamında postnaturalizm,
-İlkelerin yok sayılması, herhangi bir değer veya ilkenin kalmaması, tek ilkenin para olması anlamında anomi.
Her tür düzenin yok sayılması anlamında bozuk düzen çağındayız. Anarşistler kapitalizmi anarşiyle aşmada çok başarılı olamadılarsa da kapitalizm her tür ilke ve düzeni yok sayarak bir tür azgın anarşi haline geldi: Anarkokapitokrasi.
Kapitokrasinin kökleşmesi genleşmesi anlamına geliyor, genleştiği halleri daha yaygınlaştığı anlamına geliyor. Ancak merkezlere ve başlangıçta daha saf hali hakim olurken sonrasında ve çevrelerde bozuk halleri hakim oluyor.
Yani kapitokrasinin de farklı çeşitleri var, zamanla/oluşlarında veya merkez ve çevrelerde, her bir yerde farklı biçim alışları oluyor.
Dahası sonraki hali başındakiyle, çevrelerin eklemlenmesi, sürece uyarlanma biçimleri merkezde veya halis olanlarla aynı olamadığından bozuk halleri oluyor. Ticaret ve endüstriyel kapitalizmin yaygınlaştığı bir süreçte Osmanlıdaki hep bozuk düzen oldu.
1945’lerden beri Türkiye ve çevre ülkelerin hali daha da bozuldu. Menderes ile başlayan, Demirel, Özel ve Çiller ile süren, AKP, MHP, Hüdapar, Erdoğan, Bahçeli, Gülen, Ağar, Baykal, Kılıçdaroğlu, Perinçek, Öcalan, Oğan, Özdağ dönemi daha da bozuk dönemlere işaret ediyor.
Bizdeki hali “MÜTAŞER -müteahhit, tarşeron, tarikat, şeriatçı bloku- Otoriterlik idi. 2016 darbelerinden beri adım adım MÜTAMAŞEKRASİ -müteahhit, taşeron, tarikat, mahkeme, mafya, şeriatçı blokuna dönüşüyor.
Yani kapitokrasinin bizdeki hali veya bizim uyarlanma biçimimiz “mütamaşekrasi” haline dönüşmüş bulunuyor. Ne yazık ki bir mahkeme, Anayasa Mahkemesi kararını tanımayabiliyor, hükümet ve meclis başkanlığı mahkeme kararlarının bazısını çok farklı yorumlayabiliyor veya o haliyle tanımayabiliyor. Muhalefet partileri; mahkemelerde mafya çete borsalarına kadar türlü türlü borsa oluşturulduğunu iddia ediyor.
Saf veya bozuk halde, ana halde veya çeşitlemeleriyle birlikte çok farklı rejim biçimleri sayılabilir. Her birinin erdemi, onu o hal yapan bazı belirleyici özellikleri öne çıkar.
Demokrasinin belirleyici özelliği demosun/ halkın seçimine dayalı olmasıdır.
Demokrasi; halkın iradesi/seçimi olarak halkın/ yurttaşın hak ve özgürlüğünü, halkın belirleyiciliğini zaten aksiyom olarak kabul eder. Yani demokrasi halkın/ yurttaşın temel hak ve özgürlüklerinin, bunlar arasında seçme ve seçilme hak ve özgürlükleri de dahil garanti altında olduğu, en azından ilke sayıldığı rejim biçimleridir.
Seçmenin temel hakları ve özgürlüklerinin olmadığı bir yerde demokrasi yoktur. Demokrasinin içeriksel ilkesi temel insan hak ve hürriyetleridir.
Hepsi halis olmak üzere farklı demokrasi biçimleri sayılabilir:
-Sadece özgür sınıfların, soyluların hak ve özgürlüklerinin olduğu, onların seçme seçilme haklarının olduğu demokrasiler,
-Burjuvazinin hak ve özgürlüklerinin garanti edildiği burjuva demokrasileri,
-Bürokratların, teknokratların, filozofların liyakatle belirlendiği, hak ve özgürlüklerinin garanti edildiği bürokratik teknokratik demokrasiler,
-Tüm yurttaşların en azından hukuk önünde hak ve özgürlüklerinin, seçme seçilme haklarının garanti edildiği, formel ilkelerin yerine getirildiği formel demokrasiler,
-Tüm yurttaşların hak ve özgürlüklerinin olanaklarla da desteklendiği, daha eşitlikçiliğe dayalı halkçı, kamucu veya sosyalist demokrasiler.
Ancak “özgürler” veya “soylular” anlamında da olsa belli bir “yurttaş” tanımı olmayan hiçbir yerde demokrasiden söz edilemez.
Güncel haliyle herhangi bir şekilde yurttaşlık hak ve özgürlükleri garanti edilmiyor, kapiatal/ para hepsinin ütündeki ilke haline gelmiş bulunuyor. Kısaca kapitokrasi çağındayız.
Türkiye’de, Balkanlarda ve daha pek çok yerde, özgül durumlarına göre kapitokrasinin farklı biçimleri yaşanıyor.
Yani eğer demokrasi oluşturulacaksa, demokratik bir çözüm olacaksa, bu kişi temel hak ve özgürlüklerinden başlamak durumundadır.
Adalet daha da geniş bir “düzen” erdemidir, her düzen için elzemdir.
Adalet biçimsel bir ilkedir. İlke, norm koy ve ilke norma ne emrediyorsa o şekilde uy.
Adalet krallıkta da olur, koyduğu ilke ve normların gereğine göre hareket eder. Tanrının hakkını Tanrıya, Sezar’ın hakkını Sezar’a verir. Feodalite de adalet olur.
Demokratik rejimler de temel insan hak ve özgürlüklerine, atama yükseltme ilkelerine, liyakate uygun hareket etmek durumundadır. Yani adalet yoksa zaten demokrasi yoktur, geriye bozuk haller kalır.
Halkçı demokrasiler sadece biçimsel adalete değil, aynı zamanda içerikli olarak üretim ve mübadele adaletini de ilke sayan demokrasilerdir.
Hürriyet, eşitlik, dayanışma hala en temel idelerdir. Burjuva demokrasilerinde en azından burjuvalar için, halkçı demokrasilerde her yurttaş için.
Yani çağ artık burjuva demokrasisi çağı da değil, kapitokrasi çağı. Kapitokrasinin ilkesi ise temel haklar, özgürlükler, seçimler değil, salt parasal çıkarlardır.
Biçimsel bir demokrasi bile oluşturulacaksa, her şeyden önce temel hak ve özgürlükler bunun şartını oluşturmaktadır. Mahkemelerin hukuka ve hukuk usullerine uyması gerekiyor. Hakim atamalarının liyakate uygun olması gerekiyor.
Halkçı demokrasi için ise daha pek çok toplumsal şartın sağlanması gerekiyor.