Selam Sadi Bey. Nasılsın, iyi misin? Emeklilik nasıl gidiyor? Umarım, artık rahat rahat kafanı dinliyorsundur. Hak ettin zaten. Son dönemin bir hayli hareketli ve sıkıntılı geçmişti. Neyse ki bitti. Önemli olan vicdanının rahat olması. Değil mi, Sadi?
Emeklilik, onurla yerine getirilmiş görevlerden sonra dinlenme hakkıdır. Sanırım, sen de aynı şeyi düşünüyorsundur. Devlet hizmeti ağır bir yüktür. Sorumluluk ister. Hele adalet dağıtırken, çok dikkatli olmak gerekir. Devletin adaletini bir tarafa teslim ederken, diğer tarafın hakkını yememek gerekir. Adalet dağıtan kurumlardan birinin en tepe noktasındaki kişi olarak, eminim sen verdiğin her kararda, bir gün Tanrı’nın huzuruna çıkacağını ve içtiğin antları hiç aklından çıkarmamışsındır.
Çoluk, çocuk nasıl? Beraber misiniz yoksa? Torunlar, çocuklar, ailen, komşular yalnız bırakmıyorlardır, seni. Devlet adamıydın ya, kim bilir neler soruyorlardır sana? Büyükler ketum olabilirler ama o saf ve meraklı çocuklar, “Anlat dede,” diyorlardır, durmadan. Eminim onlara tecrübelerini, yaşadıklarını gururla anlatıyorsundur. Sakın ha, yalan söyleme, yutmazlar.
Ben şeyi merak ediyorum…Hani demişlerdi ya,”15-20 bin farkla seçim mi kazanılır,” diye. Ben buna ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Sahi kaç fark olursa seçim kazanılmış olur? Ya da, önde gidenin attığı fark 15-20 bin olduğu halde seçimi kazanamıyorsa, 15-20 bin oy geride kalan seçimi niçin kazanmış oluyor?Benim aklım yetmiyor ama sana helal olsun, bu problemi yağdan kıl çeker gibi halletmiştin.
Bir de şey…Ben bir öğrenci sınav kağıdına adını falan yazmamışsa, arayıp onu bulurdum ama doğrusu, 30 mevcutlu bir sınıfta 10’nu isimsiz, 40 sınav kağıdı çıksa, ne yapacağımı bilemezdim. Sen, maşallah 350 seçmenli sandıktan 450 oyun çıkmasını bile şıp diye halletmiştin. Helal…
Bizim aile bir tuhaf galiba. Biz hep güleriz. Hele üç nesil bir araya gelirsek, vara yoğa güleriz. Seni hiç gülümserken görmedim, Sadi. Neden? Bilim adamı GunthervonHagens, gülümsemek için 17 kasımız, somurtmak için 43 kasımız harekete geçer, diyor. Germe kendini be, Sadi. Gül biraz. Yüz hatların neden hep aşağı doğru?
Kızlarım bana, Babalar gününde bir mektup yazarak, “Bize ilkeli yaşamayı ve gülmeyi öğrettiğin için teşekkür ederiz,“ demişler. Dedim ya, hep gülüyorlar zaten ama ilkeli yaşamaktan ne kastettiklerini anlamadım. Çünkü onları hiçbir zaman karşıma alıp, “İlkeli yaşayın,” diye bir söz söylediğimi hatırlamıyorum. Eminim sen de hiçbir nasihatte bulunmadan sadece yaşam biçiminle ilkeli yaşamayı öğretmişsindir, çocuklarına.
Eşin, dostun, arkadaşların vardır her halde. Onlarla görüşüyor musun? Ben hala, şimdi artık dede, nine olmuş öğrencilerimle, çocukluk arkadaşlarımla, okul arkadaşlarımla, meslektaşlarımla bir araya gelip sohbetler ediyorum. Sana da tavsiye ederim. Hele iki duble de atarsak, geçmişe gidip anılarımız arasında kayboluyoruz. Hayır Sadi; günah değil. Nihayet utanacak hiçbir şey olmayan geçmişimizi anıyoruz. Haram yemedik, sahtekarlıkyapmadık, devletin ve yasaların verdiği yetkileri kötüye kullanmadık, milletin oyunu çalıp, ülkenin kaderiyle oynamadık. Bizim hiç günahımız yok be, Sadi. Sen de öylesindir, mutlaka.
Anılarını yazmayı düşünüyor musun, Sadi. Yazman lazım. Sen bu ülkenin kaderinde çok önemli rol oynayan, kaderini değiştiren bir adamsın. Ama ne olur, yazman gerekeni, yani doğruyu yaz, sana yazdırılanı değil. Bari, böyle bir hizmetin olsun.
İngilizlerin bir atasözü var: “Temiz bir vicdan, yumuşak bir yastıktır,” derler.
Uyuyabiliyor musun, Sadi? Vicdanın rahat mı?
“Evet,” diyebiliyorsan, onurundan sonra vicdanını da kaybetmişsin demektir.
Malum, Türk Milletinin toplumsal hafızası 24 gündür. “Nasıl olsa unuturlar,” deme. Unutmazlar. İnsanlar unutsa, tarih unutmaz; tarih unutsa sen unutamazsın. Hem de unutmaya çalıştıkça, beyninde daha çok çınlar durur, yaşadıkların.
Allah yardımcın olsun, Sadi.