Neden bilmem ama bu diploma sahtekarlıkları beni olağanüstü sarsı. Besbelli ki, bu sahtekarlıklar toplumun belgeye ihtiyaç duyulan her alanında var. Tapularımızın bile garantisinin olmadığı haberlerini duyuyoruz. Bir sabah kalktığımızda, arabamızın aslında başkasına ait olduğunu da görebiliriz. Örnekler çeşitlendirilebilir ve sayıları mutlaka milyonun üstündedir.
Beni en çok üzen, kaygılandıran, korkutan husus bunların fiilen eğitim dünyamızın içine sızmış olmaları. Hatırlarsınız, özel görevli Milli Eğitim Bakanı, gözümüzün içine bakarak, utanmadan, sıkılmadan, cesaretle değil ama arkasındaki gücün verdiği cüretle, sivil toplum kuruluşu adını verdiği tarikatlarla, bundan sonra daha çok protokol imzalayacaklarını söyledi.
Rakamlar insanı ürkütüyor. Tekin’in ifadesine göre, MEB'in 2023 yılı itibarıyla geçerli 2.709 protokolü var, bunların 1.167’si resmi kurumlarla yapılmış. Amaç, geleceğin gençliğini, yani dindar ve kindar nesli yetiştirmek.
Türkiye Diyanet Vakfı’na bir protokolle okul öncesi eğitim kurumlarında 4-6 yaş çocuklar için Kuran Kursu açma yetkisi verildi. Henüz okuma yazma bilmeyen bir çocuğa böyle bir eğitimin vermesinin hangi sorunları yaratacağını düşünebilir musunuz?
Kim verecek bu eğitimleri? Örümcek kafalı yobazların, kendi meşreplerine uygun olarak eğittiği, zır cahil mollalar. Türkiye’de 993.000 öğretmen, 100.000 civarında usta öğretici ve eğitim alanında çalışan 100.000’in üzerinde akademisyen var. Yani eğitici açığı yok ama ATANMAYAN öğretmenler var.
Tarihe bakıyorum, eğitimli toplumların ve aydınlanmış kafaların en büyük düşmanı, dünyalarını çıkar üzerine kurmuş din tacirleri. Sermayesi sıfır, ödülü hiç bilinmeyen hayali bir “öbür dünya” masalı. İnanılmaz karlı bir alan.
Hiç çalışmadan, hiçbir şey üretmeden lüks bir hayat yaşayan bu düzenbazlar, düzenlerinin bozulacağını hissettiklerinde, o düzene çomak sokacak dürüst, namuslu insanları inanılmaz metotlarla yok etmekte tereddüt etmemişler.
Piskopos John Hooper…1495-1555 yıllar arasında İngiltere’de yaşamış. Kendisine bağlı kiliselerdeki papazların din bilgisini ölçmeye kalktığında büyük büyük bir hayal kırıklığına uğramış. Çünkü en temel dini bilgilerden bile yoksun bu tüccar papazlar, cahil halkı yalan yanlış sözlerle kandırıyor ve sömürüyormuş.
Artık deşifre olan papazlar, kurdukları soygun düzeninin bozulacağını anlayınca, Hooper’ı hedef tahtasına koymuşlar. Her yerde yaydıkları dedikodu ve iftiralarla onun sapkın ve dinsiz biri olduğunu ağababalarına bildirmişler.
Aynı topun kumaşından üretilmiş ağababaları da iş derinleşirse ucunun kendilerine dokunacağını bildikleri için, uydurma bir mahkemeyle Hooper’ı ölüme mahkum etmişler ve 9 Şubat 1555 günü, yakarak ortadan kaldırmışlar.
Bugün Gloucester’da, St. Mary’s Meydanı’nda adına dikilmiş bir anıt var. Tıpkı İtalya’da Çiçekler Meydanında, Giardino Bruno’nun yakıldığı yerde adına dikilen anıt gibi.
Dogmatizmin, daha da açıkçası yobazlığın kendini ve kurduğu düzeni korumak için başvurduğu tek çözüm aydınlık kafaları yok etmek, hem de yakarak.
Elbette vahşet ne kadar korkunç olursa, o kadar caydırıcı olur. Ama onurunu hayatından daha çok önemseyenler, gelecek nesiller uğruna kendilerini feda etmekten çekinmiyorlar.
Gelecek nesiller ise, hiç de kendilerine ait olmayan günahları hiç olmazsa af dileyerek, yıllar sonra da olsa, teşekkür edebilmek için anıtlarını dikiyor.
İade-i itibar iyi de, itibarlı insanları en verimli çağında yok etmek neyin nesi?
PEKİ, DEVLETİMİZ BU LAĞIMIN TEMİZLENMESİ İÇİN ADIM AYACAK MI?
