Barajlar çekildikçe umut da kuruyor; suyun çekildiği alanlarda çatlamış toprak, artık yalnızca kuraklığı değil, endişeyi de taşıyor! Büyük kentleri görüyorsunuz, her gün “su kesintisi” yaşandığı belirtiliyor! Sıra bundan sonra küçük kentlere gelecek, sonra onun ilçelerine, mahallelerine… Olmaz sanmayın; olur, hem de çok çabuk olur ki…
Birkaç yıl önce bunların konuşulduğunu, önlem alınmaması durumunda önce yurttaşların, ardından da tarımda sulamanın zorlaşacağını ileri sürenleri anımsıyorum! Kusura bakmayın ama, kimse “ben duymadım” demesin! Tarlaların ortasına gelişigüzel pompalar kurarsanız, tarımsal sulamayı modernleştirmeden eski düzen sürdürürseniz, “suyun çok kullanılması hem toprağı çoraklaştırır, hem de tarıma zarar verir” diyen uzmanları dinlemezseniz, yüzlerce Ziraat Fakültesi bitirmiş olan eğitimli kuşağa üretimin içinde yer vermezseniz “olacağı/ sonucu” budur; başka bir şey de beklemek olmaz!
***
Şu altın madenleri, zeytinlikler talan edilerek kurulan maden alanları… “İktidarı” değil, “uzmanları” dinleyin! Daha birkaç gün önce duydum… Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, maden çalışmalarının su kaynaklarına zarar verdiğini, yakın köylerin sularının kuruduğunu ileri sürdü! Maden ocaklarına yakın tüm köylerin gelecekte “su sıkıntısı” yaşayacaklarını, maden çukurları derinleştikçe hem su debisinin düştüğünü hem de suyun yön değiştirdiğini söyledi!
Gözler toprağın üstünde bile değil! Bir yandan arkası gelmez/ durması istenmez biçimde süren orman yangınları, bir yandan “yasa çıkararak” talan edilen zeytinlikler neleri söküp gidiyor bilinmiyor/ görülmüyor mu? Orada bir yaşamın olduğu, orayı yaşam alanı sayan canların varlığı “iktidarı” neden düşündürmedi sanki! O canlıların yeni “yaşam alanı” arayacakları bile akla gelmedi sanırım! Kesilen/ yok olan ormanların yakınlarında bulunan yerleşim alanlarının bundan zarar görecekleri “hiç” düşünülmedi, “hiç” kaygı oluşturmadı sanırım! Ülkeye “ne” kazandırdığı bir türlü bilinmeyen altın madeninin, gelecekte hangi “sorunlara” neden olacağı “öngörülemedi” demek ki…
***
Biz “suyu” konuşuyoruz… Susuzluğun, sanki yalnızca gökyüzüne bakmakla, yağmura umut bağlamakla açıklanması olası... Sorunun kökünde, toprağın üstündeki her şeyin bir çıkar aracı olarak görüldüğü gerçeği apaçık ortada değil mi? Ormanlar daha yanarken, kimlerin oraya yeni yapılar kondurmak için eyleme geçtiğini düşünsenize... Zeytinlikler, nice yüzyıllar boyunca toprağı susuzluktan koruyan o ulu ağaçlar, birer birer kesilerek maden ocaklarına yer açılırken “zeytinlik mi önemli, yoksa sanayi mi; elbette sanayi” diyen anlayışı da unutmayalım!
Su olmayınca yaşam da, tarım da olmaz! Doğayı kullanmayı bilmedikçe, yaşamdan da söz edilmez! Üç yanı denizlerle çevrili bir coğrafya da, doğa talan edildikçe yokluk da/ kıtlık da bir kulaç kadar yakın! Suyu bir varlık olarak değil, bir pazar aracı olarak gören kapitalist anlayış, su yataklarını kurutan madencilik projeleri, çevreye yayılan kirlilik, hepsi de doğaya vurulan birer hançer olarak karşımıza çıkacak! Ne yazık ki bu hançerler, yalnızca toprağı değil, o toprağa bağlı yaşamı, üreticiyi de yaralayacak. Emeğiyle, alın teriyle geçinen, suyun değerini en iyi bilen köylü, madenlerin toprağına, suyuna zarar verdiğini görse de “geç” olacak!
***
Su açmazı, yalnızca bireyin, üreticinin bir sorunu değil, doğadaki her şeyin sorunudur. Prof. Dr. Şenol Hakan Kutoğlu değerlendirmesinde, toprağın nemini yitirdiğini ileri sürdü! Bunun, Türkiye genelinde herkesin kuraklıkla karşı karşıya kalacağı şeklinde anlaşılmasını istedi! Bitkilerin, ülke genelinde ormanlık alanların, tarım alanlarının, su stresine girdiğini söylemekten de sakınmadı! “Öngörü” bu!
Unutulmamalı ki, su bir mal değil, bir varlıktır. Bu varlığın değerini bilen üreticinin, her şeyden çok daha önemli olduğu gerçeği göz ardı edilemez. “Suyu” yalnızca bir doğal kaynak olarak düşünmeyin; bu bir sınavdır! Bu sınavda kim neyi savunduysa, neyi görmezden geldiyse, neyi ertelediyse onunla yüzleşecek. İşin kötü yanı; bu gemi batarsa, bundan herkes zarar görecek!