Bir gün, Nasreddin Hoca bir köye gitmiş. Tam köye girerken bütün köpekler başlamışlar havlamaya. Hoca şaşkın, korku içinde… Bakmış köylüler köpeklerine sahip çıkmıyor, “İş başa düştü,” deyip yerden bir taş alıp kendisini korumak istemiş. Eğilmiş, bir taş alacak ama taş yerinden kıpırdamıyor. Hangi taşa el atsa hiçbiri yerinden oynamıyor. “Allah Allah, bu nasıl bir memleket? Taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar,” diye hayret ediyor.
Başka bir zaman olsa, biz de hayret ederdik bu memlekete. Ama artık etmiyoruz. Bu memlekette hiç de kısa sayılmayacak bir zamandan beri, taşlar bağlı, köpekler serbest, üstelik organize: Isıran köpekler ve havlayan köpekler. Bir kısmı sadece havlıyor. Diğerlerinin ısırma yetkisi de var Isırmakla görevli olanların makamı ve yetkisi var.
Önce, inanmak istemedim. Fotoğrafları görünce , ”Olmaz, montajdır, tahrik için, bizi birbirimize düşürmek için yapılmıştır,” dedim. Meğer gerçekmiş. Teyidini hem görsel, hem de yazılı basından aldık.
30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 103'üncü yıl dönümü nedeniyle düzenlenen törenlerin bir bölümü Anıtkabir’deydi. Cumhurbaşkanı ve beraberindeki devlet erkanının ziyareti öncesinde çok sıkı güvenlik prosedürü uygulandı.
Anıtkabir’in 5 numaralı giriş nizamiyesine yaklaşık 200 metre mesafede ilk bariyer kuruldu. Törene katılmak için gelen askerlerin isimleri Cumhurbaşkanlığı koruma ekipleri gözetiminde polis tarafından tek tek kontrol edildi.
Listede ismi bulunmayan askerler ile yanlarında eş ve çocuklarıyla gelen subay ve astsubayların kontrol noktasından geçmesine izin verilmedi.
İsim kontrolünün ardından ilk bariyeri geçen askerlerin ikinci kontrol noktasında üst araması yapıldı. Subay ve astsubaylar, elle yapılan ilk üst aramasının ardından nizamiye bölgesindeki kontrol noktalarına geldi. Buradaki kontrollerden sonra askerler tören için Anıtkabir kampüsüne girdi.
Kontroller sadece Anıtkabir’e girişte değildi. Anıtkabir'i çevreleyen caddelerde de aynı sıkı önlemler alınmıştı. Bunlar yetmemiş, Anıtkabir'in içine de polis bariyerleri kurulmuştu. Yani bütün taşlar bağlanmıştı.
Ne içindi bu kadar önlem? Cumhurbaşkanını yani ordumuzun başkomutanını korumak için. Kime karşı? Komutanın kendi ordusuna karşı.
Bunlara alıştık. Can kıymetli. Çok önemli bir şahıs, çok sayıda personelle, çok sıkı şekilde korunmalıydı. Ama yalnız can mıydı korunması gereken? Onur candan daha az mı değerliydi? Değil tabi. Ama bir gerçek daha var. Siz izin vermezseniz, sizin onurunuzla kimse oynayamaz. Onurunuzu siz koruyamazsanız, hiç kimse koruyamaz, hatta koruma kaygısına bile düşmez.
Bu da yetmiyormuş gibi, taşlar bağlı olduğu için, tasmasız gezen Akit Haber Müdürü Murat Alan, bir televizyon programında, generallerin rütbelerini çatal bıçak setine benzeterek, “O hizaya gelmeyen apoletli Generalleriniz, Erdoğan’ın arkasında, oynaya oynaya eşek gibi saf tutacaklar,” dedi. Genel Kurmay da bu sözleri eylemsiz bir eylemle kınadı. İçiniz soğudu mu, yoksa canınız daha çok mu acıdı?
Kimse kusura bakmasın, ordumuz bu fiili muamelenin dışında, böyle sözel saldırıya da tahammül zorunda bırakılarak aşağılanmıştır. Hem de üstünün bir sivil polis tarafından aranmasına izin verenler vasıtasıyla. Demek ki, o subayların üzerinde görev icabı silah bulunsaydı, bir polis bir subayımızı silahtan tecrit edecekti. Demek ki, 2.000 yıllık ordu geleneğimiz rafa kaldırılmıştı.
ORDUMUZDA HALA GERÇEK SUBAYLARIN ÇOĞUNLUKTA OLDUĞU İNANCIYLA,