Adnan Gümüş

Tarih: 22.10.2022 21:15

'TERÖRİST KAPİTALİZM', TEDHİŞ REJİMLERİ VE SANSÜR

Facebook Twitter Linked-in

Bir içten, Türkiye ile ilgili, bir de daha genel dünya ile ilgili iki atıfla başlayalım.

Şevket Süreyya Aydemir (“İhtilâlin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilâli”, 1973) yılında o dönemki oluşumlarla ilgili şöyle bir değerlendirmede ve kestirimde bulunuyordu:

“İhtilal ne iyidir, ne de fena. İhtilâl, toplum yapısında biriken çelişmelerin bir gün patlayışıdır. Bunun için iyi veya fena olduğuna göre değil, ama şartlar tamam olduğu için ihtilâl olur.” (s.23)/ (…) tarihinde bir ORDU MİLLET olan biz Türklerin geleneğimize göre ise, bu bayraktarlar, ancak ordudan gelebilirdi. Öyle de oldu./ Bugüne gelince? Bugün, reformcu bir parlamentarizmin güven verici hükümranlığı, elbette ki tam yerleşmiş sayılamaz... hepsi de aynı cinsten bir partiler manzumesi, maalesef demagojik çağını yaşamaktadır... (s.219). Zaten, Demokratik denilen ülkelerde Reformculuk da itibarını kaybettiği zaman, ancak şiddet rejimleri konuşur... Bu defa gelecek bir 12 Mart, korkulur ki, ülkeyi, zaten çok mesafe alınan ve Batıda, Polis rejimi olarak anılan nizamlara sürükleyebilir./ Bu ise çok hazin bir sonuç olur. Hele Cumhuriyetin ellinci yıllarında.” (s.447).

Hobsbawm (“Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı” 1996, s.34) 20. yüzyılı şavaş ve şiddet yüzyılı olarak yorumluyordu: “Savaş bu yüzyıla damgasını vurdu”. “Silahlar sustuğunda ve bombalar artık patlamadığında bile, dünya savaşının şartları içinde yaşandı ve düşünüldü.”

Bugün dünya daha da kayganlaşmış ve çarpıklaşmış. Bundan elli-yüz yıl önceye göre hem nüfus hem de teknolojiler çok daha farklı düzeye taşınırken akıl ve sağduyu ise çok daha geriye düşmüş, hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde barış veya uzlaşı sağlayacak ne doğru dürüst bir dayanışma ağı veya halk hareketi ne de az da olsa etkili olabilecek bir BM kalmış gözüküyor.

KAPİTALİZMİN TÜMDEN DENETİMDEN ÇIKMASI: ÜNİVERSİTE, YARGI, MEDYA, SENDİKANIN ELE GEÇİRİLMESİ
I. Paylaşım Savaşı’ndan 100 yıl, 1960-70’lerden 50 yıl sonra durum daha da ağırlaşarak devam ediyor. İçerisi ve dışarısı tümden “rakipsiz” kalmış, denetimden çıkmış veya zincirlerinden boşalmış “kapitalizmin” oluşturduğu ABD-İngiltere odaklı “tek kutuplu” dünya arayışı ile yine “kapitalizm”in esasını oluşturduğu Rusya-Çin bloklaşmasının yarattığı alan tutma veya genişleme arasında çatışma ve savaşlara tanık olunuyor. Kapitalizmin küresel çaptaki iç çelişkileri hemen tüm fay hatlarını çatlatmış bulunuyor.

İçeride de dışarıda da kapitalizmin tümden denetimden çıktığı aşikar olup para sahipleri adı veya şekli ister seçimli olsun ister seçimsiz olsun “halk egemenliği” veya “millet egemenliği” gerçekleşmediği gibi kapitalistler mevcut “demokrasi”leri de büyük oranda ele geçirmiş bulunuyor.

Kapitalistler sandık bir yana daha yapısal anlamda üniversitelerin ve medyanın hemen tamamının tek patronu olmuş, geriye kalan okul, üniversite, medya, yargı ve sendikalar da özerkliğini, bağımsızlık ve tarafsızlığını neredeyse tümden kaybetme noktasına gelmiş bulunuyor.

‘MEŞRUİYETİNİ KAYBETMİŞ’ DEVLET, ŞİDDET VE SANSÜR: ‘TERÖRİST KAPİTALİZM’ MERHALESİ
15 Temmuz’da halkın veya sınıfların değil iki paralel fırkanın çatışması oldu. Şevket Süreyya Aydemir’in ordu-milletten parti-polis rejimine geçişi 12 Eylül dönemiyle daha da sertleşerek son halkası da 15 Temmuz’da büyük oranda tamamladı. Ordu-bürokrasi komprador burjuvazi vesayetinden mütaşerik (müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliğinde) otoriter hatta totaliterleşmesine doğru geçildi. Ancak bu durum Şevket Süreyya Aydemir’in bile ötesinde, parti-polis devletinin ötesinde daha öte bir rejim biçimine yol açtı. Giderek mafya-çete, rüşvet, tedhiş rejimine dönüşmeye başladı hatta dönüştü. Hem Sovyetlerin dağılmasından geriye kalan devletlerde, Balkanlarda, Latinlerde, Afrika’da, Türkilerde… hem de tüm çevre ülkelerde, hatta merkezlerde (sadece Trump değil Blair, Bush, Biden, Putin’e…) daha da yoldan çıkmış “terörist kapitalizm” egemen oluyor. Lümpenlikten ve taşeronluktan öte şiddet, baskı, sansür, korku, tedhiş tüm “rejimlerin” ortak kategorik özelliği olmaya başlamış bulunuyor. Weber’in devlet için esas gördüğü “şiddet tekelinin meşruluğu”na bile rejimler artık gerek duymuyor.

Adorno ve arkadaşları (1950) otoriteryen-faşist kişiliği aynı zamanda özgürlük düşmanlığının ötesinde cinsel tercihlere ve bilgi-bilime karşıtlık, konvensiyonalizm (güce uyma-güç arayışı), sertlik, ayrımcılık ile tarif ve tasvir ediyordu. Üniversite, yargı, medyanın rejime bağlanması, şiddet, sansür, tedhiş-terör, savaş zaten bu tür rejimlerin iç özelliği idi. Böyle rejimlerde halka düşen “boyun eğmecilik”, rejimin milisi olmaktı. Sesini kısmaktı.

Kapitalizmin küreselleştiği dünyada teröristleşmeyen devlet kaldı mı?

Terörist kapitalizme karşı verilecek mücadele paranın yerine komünün, cemiyetin, insanın, doğanın, emeğin temel değer sayıldığı bir dünya mücadelesidir.
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —